Cumhuriyet, halkın hakimiyeti doğrudan doğruya ve seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı devlet şeklidir. Türkiye'de Cumhuriyet 29 Ekim 1923'te ilan edildi. 

Kurtuluş Savaşı süresinde Ankara'da kurulan hükümet sistemi, adı bakımından Cumhuriyet olmakla beraber fiilen bir Cumnuriyetti. Halkın seçtiği bir meclis ve onun denetiminde bir hükümet vardı. 

Cumhuriyetin en demokratik ve modern yönetim şekli olduğu, Atatürk'ün kafasından gençliğinden beri oluşmaya başlamıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyet'in ilanı o kadar kolay olmamıştı. Bunu Nutuk'ta şöyle anlatır;

"Efendiler ! Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için herkesin bildiği üzere geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde iki ayrı düşünce ve görüş birbirleri ile sürekli olarak çarpıştı. O düşüncelerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüşün sahipleri belliydi. Diğer düşünce saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet rejimini kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Biz düşüncemizi açıkça söylemeyi başlangıçta sakıncalı buluyorduk. Ancak düşünce ve görüşlerimizi daha sonra zamanı gelince uygulayabilmek için saltanat taraftarlarının görüşlerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik" 

Nutkun sonraki bölümlerinde Atatürk bu geçiş sürecini ve sonunda Cumhuriyetin ilanında izlenen stratejiyi anlatır. Karşı çıkmalara ve her türlü zorluklara karşın rejim, beraberinde getirdiği devrimlerle beraber halk tarafından benimsendi. Bunun göstergesi olarak Cumhuriyetin onuncu yılında yani 29 Ekim 1923'te yapılan geçit töreninin Turgut Özakman'ın, "Cumhuriyet" adlı kitabından okuyalım. 

"Büyük bando şeref tribünü karşısındaki yerini aldı. Geçit töreni başladı. Önce tören komutanı ve karargahı geçti. Onları çok düzenli geçen piyadeler, denizciler, süvariler, hafif ve ağır topçular ve ilk kez geçen tanklar izledi. Bir çok uçak gökyüzünü doldurdu"

"Önce törene katılan oymakların filamanları topluca geçtiler. Sonra illerden gelen kız ve erkek izciler, çiçeklerle süslü Kızılay arabaları, hemşireler, dernek ve parti temsilcileri geçti" 

"Beklenmeyen bir şey oldu. Bunların arkasına geçit törenini seyretmiş olan halkın bir bölümü katıldı. Şeref tribününün önünde onbinlerce insan  kadın, erkek, yaşlı, genç,çocuk, köylü, şehirli elini, şapkasını, kasketini sallayarak neşe içerisinde akıp geçmeye başladı. Bando 10. yıl marşını çalıyordu.  

Aralarında tahta bacaklı, kolsuz gaziler vardı. Duygusuz diye dedikodusu yapılan Ali Çetinkaya'nın gözlerinden yaşlar akmaya başladı" 

"Hızlı yürüyemediği için en sonra tek başına beli bükük yaşlı bir köylü  kalmıştı. Sağ yakasında İstiklal Madalyası parlıyordu. Herkes saygıyla bu yaşlı gazinin geçişini bekledi. Şeref tribününün hizasına gelince silkinip doğruldu. Başını iyice kaldırdı. Askerce selam vererek dimdik yürümeye başladı."

Bu kutlamalar yıllarca aynı coşku ile devam etti. Zaman içerisinde geçit törenlerindeki görüntü zenginliği, ülkenin gelişimini yansıtır göstergeler olarak gururla izlendi. 

Ne yazık ki son yıllarda ulusal bayramlarda ki coşku giderek azaldı. Neredeyse yasak savmak adına bir anımsatma şeklinde geçiştirilmeye başlandı. Nerede eskinin 23 Nisan Çocuk, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramları. 

Bu yıl Cumhuriyetin 91. yılı İstanbul dahil bir çok yerde Cumhuriyetin kurucusu, dünyanın takdirini kazanmış büyük devlet adamının heykelleri yakılıyor, büstleri kırılıyor tekmeleniyor. Bir devletin bağımsızlığının simgesi olan bayrak gönderlerinden indiriliyor, yırtılıp yakılıyor. 1923'te Cumhuriyete karşı çıkanların uzantıları bütün bunları kim bilir hangi duygularla seyrediyor.