Fadime gelin, kızı Gülseren gelin olup gidince kendini iyice yalnız hissetmeye başladı. Gülseren onun eli, kolu gözü kulağı ve en önemlisi de can arkadaşıydı. Kardeşi Ali doğduğunda daha üç yaşında olmasına karşın; Fadime’nin sanki “büyümüş de küçülmüş misali” baş yardımcısıydı.

Ali daha üçünü doldurmadan ikiz kardeşleri Hasan’la Hüseyin doğdu. Fadime gelinin üç erkek çocuk, bir de baba Ahmet… Fadime gelin Gülseren kızının yardımıyla bu dört erkekle baş etmeye çalıştı.

Gün geldi Gülseren İlkokula başladı, okulu da eve çok yakındı. Okul çıkışı eve koşarak gelirdi. Eve çabucak varıp anasına yardımcı olmak isterdi. İlkokuldan sonrasını da zaten okuyamadı. Anasının yükü ağırdı. İkizler bebeyken sanki anlaşmışlar gibi biri susar öbürü ağlar, bazan da her ikisi birden feryada başlardı. İşte o zaman hem Fadime’nin, hem de Gülseren’in eli ayağına dolaşırdı.

Sonra Ali, daha sonra ikizler okula başladı. Fadime gelinin yükü gittikçe azalacak yerde artıyordu. Gülseren serpilip büyüyordu. Fadime gelin içinden “böyle güzel bir kızı benim yanımda çok koymazlar” diye endişe duyuyordu. Öyle de oldu, daha on yedisinde dünürcüler gelmeye başladı, on dokuzunda da gelin olup, yuvadan uçup gitti. Sahi nikahta ona bir ad daha konmuştu. Hatice dediler ona. Ama Fadime kızına hep Gülseren demişti.

Gülseren gideli Fadime hep yalnız, hep yorgundu. Ahmet’in bacısı Şükran da olmasa hepten çökecekti. Oğlanlar da okumamış, avare gezerlerdi. Ahmet desen sırtını Fadime’ye dayamış, sabah evden çıkar, akşam karanlığı çökünce dönerdi.

Gülseren sabahı zor etti. Akşamdan müjdeyi eşine zaten vermişti. Yürüyerek ana baba evine varması neredeyse öğleni bulmuştu. İçi içine sığmıyordu.

Anasına “çok da gençsin, ama nene olacaksın, ben yüklüyüm” diyecekti. Sevinci yüreğinde çakılı kaldı. Anası yatakta zor nefes alıyordu ve kan ter içindeydi. Evde el verecek, el tutacak kimse de yoktu. Ali kardeşinin eve gelmediğini, sokakta yatan bir berduş olduğunu biliyordu da, ikizler neredeydi?.. Bütün bunlar bir yana; anasının; Fadime gelinin hali nolacaktı?

Hatice kaynanasına, kocasına “akşama kalmaz dönerim demişti” ama akşam olmuş, anası ter içinde, gelen giden yoktu. Kendisi de anasını o halde bırakıp gidemiyordu.

Ali kardeşi geldi, dünya umurunda olmayan, bacısını bile fark etmeyen bir duyarsızlıkla “yiyecek bişey yokmu?” diye aranmaya başlayınca Gülseren’in yüreği daha bir yandı.

Sirkeli tülbent için bakındı, sirke bulamayınca aynı avluda babaannesine gitti. Yaşlı babaanne de bakıma muhtaç bir yaşıydı.

Fadime gelinim nerede? Bugün hiç gelmedi. Günde üç beş gelir, yoklardı beni…

Neneciğim bana biraz sirke gerek de…

Aha o yan dolapta olacaktı. Anan hepsinin yerini bilirdi de anan nerede?

Ben sirkeyi anama ulaştırayım, o birazdan gelir..

Gülseren sirkeli tülbenti anasının alnına, koltuk altlarına koyup koyup yineledi… Fayda yok! Telaşla yakında oturan Şükran halasına koştu.

Şükran hala Fadime’nin halini görünce durumun acil ve ağır olduğunu hemen fark etti.

Gülseren sen hemen çarşı karakoluna git, acele cankurtaran çağırsınlar.

Cankurtarandan önce Ahmet geldi. Fadime’nin halini görünce dizlerinin bağı çözüldü. Şükran bacısı onu da Fadime’nin yanına yatırdı.

Gelen cankurtaranla Fadime ve Ahmet yan yana hastaneye gitti. Ortalık iyice kararmaya başlamıştı ki Gülseren’le Şükran halası yayan yapıldak hastaneye ancak ulaştılar. Onları Ahmet karşıladı.

Bana senin bir şeyin yok. Elini yüzünü yıka şurada bekle dediler. Aha bende burada beklerim.

Kapıdan çıkan doktor:

Bu kadın hastanın yakınları siz misiniz? Biz şimdilik elimizden geleni yaptık. Ama durumu pek iyi değil. Kalbinde sorun var. Başka, büyük hastanede bakılması gerekli. Bizim burada üç beş gün bakarız ama... Siz de bu arada büyük şehirlerde, büyük hastanelere bakarsınız. İhmale gelmez, bilesiniz.

Ahmet bunları duyunca, bacısının omuzuna tutunarak:

Aha bacım; ben şimdi öldüm bil. Ben Fadime’siz bir hiçim. Herkes oğlan evlat ister de, bizim üç hayırsız oğlan, bu melek kadının ömrünü yedi bitirdi.

Sus, sus… Sivri akıllı ben senin dününü de, bu gününü de bilirim. Bu çilekeş Fadime’nin hali nolacak? Ona bakalım.

Benzi soluk Fadime’ye anneanne olacağı; yüreği dayanamaz diye söylenmedi. Büyük şehirlerde yaşayan hısım akrabalar sırayla arandı. Ankaralarda, İstanbullarda Fadimeye derman arandı.

Fadime gelin Gülseren kızının ve nikahta kütükteki adının Hatice olduğunu tam bilemeden ve de torununun doğumunu göremeden bu dünyadan göçtü. Şükran hala perişan, Ahmet ise tam bir divane oldu. Gülseren kızına Fadime adını koydu.

Şükran kardeşindeki değişimi ve Fadime gelinin kırsaldan gelen saflığını ve temizliğini yakından izledi. Ahmet her geçen gün hayattan biraz daha kopuyor, divane hayat içinde kayboluyordu.

Ahmet Fadime’nin ardından hayattan nerdeyse tamamen koptu. Evde tencere kaynamıyor, duman tütmüyordu. Oğlanlar eve gelir gider mi bilmiyordu. Gülseren:

Baba gel, kapımız sana hep açık.

Dese de; o evde hep torununun adı “Fadime” anıldığı için yüreği dayanmıyordu.

Daha Fadime’nin yedisinde, sabah ezanı ile mezarlık yoluna düşmeye başladı Ahmet. Gün batımına kadar aç bilaç Fadime’nin mezarı başında, sanki Fadime sağ ve karşısındaymış gibi onunla konuşarak günü tamamlıyordu.

Hatice sevdasından, Fadime karasevdasına geçiş bacısı Şükran’ı şaşkına çevirse de Şükran “insanlık hali bu olsa gerek” diye düşünüyordu.

Fadime’nin kırkı yeni dolmuş, henüz ellisi bile olmamıştı. Mahallede bir fısıltı, ardından da bir koşturmaca…

İki günden beri ortalıkta görünmeyen Ahmet, Fadime’nin mezarı başında, sanki Fadime’sine sarılmış bir durumda cansız bulunmuştu.

Gülseren ve halası Şükran birbirine sarılarak ağladılar. Şükran:

Kadere bak, bir de senin adını Hatice diye yazdırmıştı. Fadime geline sarılıp ölmüş. Mekanları cennet olsun da, geride kalan bu üç hayırsız oğlan sana yük olup huzurunu bozmasın. Bu topak altında yatanlara da tekrar rahmet osun, Allah hepimizin, en çok da senin yardımcın olsun.

Gülseren de halasına:

Allah seni başımızdan eksik etmesin. Nenem olup bitenden habersiz, kardeşlerim hayırsız… bir sen varsın halam…