Dindar ve dergaha bağlı bir kadın. Yaşamı boyunca başını örtmeyen, erkek meclislerine girmekten çekinmeyen, kendini ikinci sınıf görmeyen bir kadın. Beş vakit namaz kılmayan, oruç tutmayan, içkili yerlerde görünmekten çekinmeyen bir kadın.

Bu gibi aykırı özellikler taşıyan Nezihe Araz 1920 yılında babasının Ziraat Bankası Müdürü olarak görev yaptığı Konya’da doğdu. Babası daha sonra Ankara Milletvekili oldu. Kendisi 1941 yılında Ankara Kız Lisesini ve 1946 da Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi.

1950 de gazeteciliğe başladı. Fıkra yazarlığının yanı sıra röportajları ve araştırmaları yayınlandı. Yunus Emre, Mevlana, Hz. Muhammed, Fatih Sultan Mehmet gibi kişilerin yaşamları üzerine eserler yayınladı. Tiyatro oyunları, senaryolar yazdı. Hiç evlenmedi.

Yaşamının son günlerini Maltepe Huzurevinde geçirdi. Alzheimer olmuştu. Kimseyle görüşmüyordu. 25 Temmuz 2009 da dünyadan göçtü.

Latife Hanım üzerine çeşitli çalışmalar yapılmış, eserler yayınlanmıştır. Bunların içinde Nezihe Araz’ın “Sen Latife Değil! Latif’sin” adlı kitabı en sade ve en özlü olanıdır. İlginç bir yazılış öyküsü vardır;

Latife Hanım Atatürk’ten boşandıktan sonra bir köşeye çekilmiş, özel yaşamı hakkında hiç konuşmamış, hiçbir gazeteciye röportaj vermemiştir. Anıları için önerilen servet değerindeki telif ücretlerini hep geri çevirmiştir.

Ayazpaşa’da  baba evinde yaşarken bir gün ziyaretine bir genç kız gelir. Oturup sohbet ederler. Vedalaşırlarken yorgun ve hüzünlü haliyle Latife Hanım genç kızın elini bir süre bırakmak istemez ve;

“Beni mutlu ettin. Teşekkür ederim. İyi ki geldin” der. Genç kız da;

“Rica ederim efendim. Asıl ben size teşekkür borçluyum. Yarın Ankara’ya gidiyorum. Bana bir emriniz olabilir mi?”

Latife Hanımı bu soru uzun uzun düşündürür ve sonra;

“Ankara’ya gidiyorsun öyle mi? Kim bilir ne kadar değişti koca Ankara. O şehri o kadar merak ediyorum ki. Pekala işte sana bir sır, daha doğrusu bir emanet, yıllardan beri gerçekleştirmek istediğim bir şey var. Cesaret edip kimseye söyleyemediğim.”  Genç kız;

“Emrediniz efendim. Ben size hizmete hazırım” der.

“Estağfurullah sadece bir rica. Ankara’da bir çiçekçiden bir tek kırmızı gül al lütfen. Onu Anıtkabir’e götür ve Mustafa Kemal’in mübarek kabrinde yere, ayak ucuna bırak. Kimden geldiğini o anlar ama sen yine de “Bunu Latife gönderdi” diye söyle.”

Sabahın erken saatlerinde elinde taze, kıpkırmızı bir gülle, heyecanla Anıtkabir merdivenlerini çıkar genç kız. Yoğun bir kalabalık vardır. Öndeki görevliler tören için gelen çelenkleri içeriye taşımaktadır. Koyu renk elbiseler içindeki resmi ziyaretçiler giriş kapısından büyük bir sessizlik içinde girmektedir. Genç kız bir anda kendini kalabalığın içinde bulur. Geri dönmeyi düşünür ama imkansızdır.

“Size söz verdim, beni kimse yolumdan geri döndüremeyecektir” diye düşünür ve başı dik yürür.

Saygıyla eğilip, elindeki kırmızı gülü Atatürk’ün ayakucuna bırakır. Gece kaldığı otelde uyku tutmaz kendisini. Acaba güle ne olmuştur. Onlarca çelenk geldi üzerine, ezilip kalmış veya birileri kaldırıp atmıştır belki. En iyisi sabah ilk iş olarak gidip bakmak.

Yine sabahın erken saatleri. Hemen hemen hiç kimse yok ortalıkta. Kapının önüne dün gelen çelenkler sıra sıra dizilmiş, açıkta duruyor. Koca çelenkler dışarı çıkarılmışsa, kırmızı gül kim bilir ne olmuştur. Hızla içeri girer. Bir gün önceki yere gittiğinde kırmızı gülün konulduğu yerde aynı güzellik ve canlılıkta durduğunu görür. Genç kız gözlerinden akan yaşlarla;

“Teşekkür ederim Atam !” der.

Bu genç kız Nezihe Araz’ın arkadaşı Jale Tulga’dır. Bu olay kitabın yazılmasına neden olur. Çünkü olay kahramanı yaşadıklarını ilk kez Nezihe Araz’a anlatmıştır.