İnsana, doğduğu andan itibaren bir yaşam süresi verilir. Bu, ona tanınan özgürce kullanabileceği ilk hakkıdır. Özgürce kullanmak, kuşkusuz her istediğini, her aklına geleni yapabileceği anlamında değildir. Başkalarının özgürlüğüne zarar vermemek, onların haklarına el uzatmamak gözetilmesi gereken ön koşullardır. Yoksa suç işlenmiş olur.

Her ne kadar geçenlerde bir aklıevvel “tanrı insanlara suç işleme özgürlüğü vermiştir. Çünkü tanrı affedicidir” diye bir inci döktürdü ise de ileri gelen din adamları ne Kur’anda nede hadislerde böyle bir şey bulamadılar.

İnsanın yaşam hakkı hiçbir nedenle elinden alınmaz. Onu alan suç işlemiştir. Katil olmuştur. Bunun adı da cinayettir.

Ancak özgürce yaşam belirli süre kısıtlanabilir. Bu bir suça karşı ceza olarak uygulanır, belirleyicisi de yargıdır, yasalardır.

Haksız yere suçsuz birini tutuklayan onun yaşam hakkına engel olmuştur. Gerçi öldürmemiştir, içeride nefes alıp veriyordur, yiyip içiyordur ama bu özgürce yaşam değildir. Bunu yapan onun yaşamının bir parçasını, esas bölümünü çalmıştır. 

Bundan altı yıl önce Balyoz, Ergenekon gibi adlar altında bir dizi operasyonlar yapıldı. Şanlı ordumuzun en üst kademelerinde komuta etmiş ve etmekte olan emekli ve muvazzaf subaylar, bilim insanları, gazeteciler, aydınlar tutuklandı.

Ergenekon davası haziran 2007 de başladı. Sahteliği kanıtlanmış cd lerle, bulunan 52 tane gizli tanığın ifadeleri ile yargılama başladı. Silivride her duruşma sonun hukuk ağır yaralar aldı.  Deliller üretilmeye çalışıldı, varlığı ispatlanmayan örgütlere üye olma suç sayıldı. Dava uzadıkça işler karıştı, içinden çıkılmaz hale geldi. Yedi aydır gerekçeli kararını yazamayan bir mahkeme, yasa ile lağvedilmişti. Ama o, “yeni yasa beni ırgalamaz, ben kendimi lağvedilmiş saymıyorum. Yetkili benim” diye meydan okuyordu. Hukuk tarihinde böyle bir mahkeme var mıdır? 

Bir süre önce Haberal onun arkasından da Balbay özgürlüğüne kavuşmuştu. Bu defa İlker Başbuğ’la başlayan serbest bırakılmalar Mart ayının ikinci haftası Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Hasan Iğsız, Şener Eruygur’un da içinde bulunduğu elli kişiye kadar ulaştı.

Artık Silivri’nin duvarları yıkılmış, tel örgüleri parçalanmıştı. Altı yıldır Silivri zindanlarında kapalı kalan Tuncay Özkan her gün suçum ne diye düşünüyor, her duruşmadan savcıya “suçum ne?” diye haykırıyordu.

Çıkarken yine sordu: “Suçum neydi?” ama yanıt yoktu.

Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’na göre: Balyoz davasındaki mahkumiyetlerin bir numaralı delili olan hardiskin sahteliğini TUBİTAK raporları kanıtladığında dava çökmüştür. Tutuklu olanların derhal tahliyesi gerekmektedir.

Şimdi önümüzde özgürlükleri kısıtlanmış, yaşamları çalınmış yüzlerce yurtsever var. Her birinin yaşamından yıllar, bir iki de değil, beş ila altı yıl yok edilmiş. Bunu yapanlar hesap vermeyecek mi? Çalmaktan yargılanmayacak mı. Yargıyı kim yargılayacak?

İleri yaşta olanların, ağır sağlık sorunları olanların acıları katlanarak çekilmez hale geldi. Diğerleri ise yılmadılar, dik durdular, savaştılar. Günlerini okuyup yazmakla geçirdiler.

Yazılan kitaplar bir kitaplık oluşturdu. İlker Başbuğ’unki baskı üstüne baskı yapıyor. Tirajı yüzbinleri aştı. Bu kitaplarda Silivri’nin kara tarihi yazılı.ileride araştırmacılara ışık tutacak.