İlk insanlar duygularını yalnız hareket ve sesle dışa vurabiliyordu. Oysa bu tepkileri havada kaybolup gidiyordu. Sonraları, insan gelişim gösterdikçe bunları elle tutulur kalıcı birer belge halinde saklama gereksinimi duydu. Bu amaçla ilk aşamada resimler kullandılar. Bu şekiller zamanla yazıya dönüştü. İlk yazı örnekleri M.Ö IV bininci yıla kadar iner.

          Yazının bulunmasından sonra yazılanları yaymak, başkalarına ulaştırmak veya ileride yararlanılmak üzere saklamak düşüncesi ortaya çıktı. Bunu sağlamak için de yazılanların çoğaltılması gerekiyordu.

          İlk akla gelen elle defalarca aynı şeylerin yazılması oldu. Bunun oldukça zor ve zaman alıcı oluşu insanları pratik başka yolların arayışına yöneltti. Elle oyulmuş levhalarla ilk baskı deneyimleri başladı.

          Bunu da yetersiz bulan insan arayışlarına devam etti. Böylece 1436’lara gelindiğinde, Strasburg’da Gutenberg isimli bir teknisyen yazı metinlerinin dizilmesi ve el baskısı ile çoğaltılmasını başardı.

          1450 yılına doğru da Peter Schöffer  ile bir ortaklık kurdular. Kurşun harflerle basılan ilk kitabı bu girişim sonucu yayınladılar. İşte bugün matbaanın mucidi Gutenberg ve icadın yılı olarak 1436 kabul edilir.

          Bize matbaanın gelmesi için 1866 yılına kadar beklemek gerekti. Gerçi 1840 da zamanın padişahı Abdülmecid’in özel basımevlerinin açılmasını teşvik eden bir fermanı vardır.

          “Matbaayı Amire” ilk devlet basımevidir. 1866 yılında Maliye Nezareti’nin bulunduğu binanın yanına kaime ( Kağıt para) basmak için bir bina yapıldı. Buraya Matbaayı Amire denildi.

          Bu basımevinde ilk olarak talik harflerle basım yapıldı. Talik yazı İranlı hattatlarca bulunmuş bir yazı türüdür. Harfler birbirinin içine girmiş, birbirlerine asılmış izlenimi yaratır.

          Devletin kırtasiye malzemeleri ile eğitim ve kültür alanlarında bazı eserler burada basıldı.

          1901 yılında bir jurnal üzerine II. Abdülhamid bir süre Matbaayı kapattı. 1908 de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra tekrar açıldı. Eski işlevini sürdürdü.

Cumhuriyet dönemine kadar bu isimle işlevine devam etti. Yeni dönemde ismi önce Milli Matbaa, daha sonra da Devlet Matbaası oldu.

          Yukarıdaki gelişmelere baktığımızda matbaanın icadı ile bize gelişi arasında aşağı yukarı dört yüz yıla yakın bir gecikme olduğu görülür. Bunun nedeni şeriat olduğu sanılır ve söylenir. Bu engellemenin çok az dinle ilgisi vardır. Esas direnci gösteren Hattatlar olmuştur.

          Güzel yazı yazan ve bunu meslek olarak yapanlara hattat denir. Bunların da değişik türleri vardır.

          Bazıları yalnız devlet hizmetinde çalışır. Devletin önemli resmi evraklarını yazarlar. Bir kısmı evlerinde ve işyerlerinde halkın yazı işlerini ücret karşılığında yaparlardı.

          Hattatlığın esası Arap alfabesine dayanır. Diğer bir kısım hattatlar, Arap harflerini değişik şekillerde ve bazı kurallara dayanarak estetik biçimler meydana getirir. Güzel yazı örnekleri olan bunlar birer sanat eseri olarak kabul edilir.

          Matbaa son gruba girenlerin dışında kalan hattatların ekmeğine mani olduğundan karşı çıkan çoğunlukla onlar olmuştur. Bu arada dini kullanmaktan da geri kalmamışlardır. Ama yeniliğe karşı çıkma ancak bir noktaya kadar olur. Er geç yeni eskinin yerini alır.