Nietzsche’nin bir kitabında, Kral Midas, Orman Tanrısı Silenos’a “Mutluluk nedir?” diye sorar. Gülerek şu cevabı verir Silenos.

“Hayat o kadar acı ki hiç doğmamış olmaktır mutluluk. Doğduysan da bir an önce ölmektir. Ama hayatta kalmışsan o zaman kendini keşfedeceksin. Muhteşem ve olanaksız bir şey yaratmaya kalkışacaksın, o uğurda ölmek pahasına.”

Mutluluk üzerine pek çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. İnsanların aradığı, amaçladığı ve birbirine dilediği bir yaşam biçimi olma özelliğini hep taşımıştır.

Alman filozof Nietzsche’nin mutluluğa bakış açısı tüm söylenenlerin dışında oldukça çarpıcı bir görüş. Adeta insanlara, bu dünya acılarla, eza ve cefa ile dolu sakın gelmeyin diyor. Sanki insanların elindeymiş gibi.

Kuşkusuz her canlı için yaşam kolay değildir. Bu yüzden Yaşam Savaşı diye bir söylem ortaya atılmıştır. Doğumundan son nefesini verinceye kadar insan bu savaşın içindedir. Başarılı olduğu sürece dünyada kalır. Ya başarısızlıkları? Kuşkusuz onu mutsuz edecektir.

Bu savaş tek aşamalı da değildir. Bir cephede ki biter, ardından bir başka yerde yenisi başlar. Yaşamın her döneminde farklı şekillerde sürer gider.

Bakmayın siz varlık içinde doğup saraylarda, köşklerde el bebek gül bebek büyütülüp yokluk görmemiş, maddi her istediğine ulaşmış mirasyedilere. Onlar yaşam savaşı vermemiş gibi görünseler de mutlu mudurlar acaba. Hiç mi sağlık sorunları olmamıştır. Dünyada paranın çözüm olmadığı nice dertler vardır. Servetine servet katma savaşını veren, elindekini kaybetme korkusu yaşayan mutsuzlar sayılmayacak kadar çoktur.

Mutlu olmak için tüm acıların üstesinden gelmek gerekiyor. Ya da Orman Tanrısının sözünü dinleyip bu sıkıntılara girmemek yani dünyaya gelmemek. Daha da ileri giden Silenos eğer doğduysan bir an önce öl diyor. Hiç de akla yatkın bir öneri değil. Bunalıma girip yaşam savaşına teslim olacak ruh hastalarının başvuracağı son çözüm.

Nietzsche ile devam edelim. Sözlerinin sonunda, akılcı bir yol gösteriyor. “Hayatta kalmışsanız, o zaman kendinizi keşfedin” diyor. İnsan kendini bilmeden, tanımadan, ne istediğini, ne aradığını da bilmez. Bilinmezi de doğru yerde doğru zamanda aramaz. Sonuç hep eli boş döner.

Kendini olduğundan çok yükseklerde gören, her şeyi çok iyi bildiğini sanan, kibirli, burnu havada birisinin gerçek dostu yok gibidir. Çevresinde birileri olsa da, o aslında tek başınadır. Böyle birisine mutluluk çok uzaktır.

Tam kişiliği oluşmamış, özgüvensiz, korkak, kendi yapabileceklerinin farkında olmayan, dünyanın eza ve cefalarının altında ezilecek mutluluğu bulamayacaktır. İnsanı ne başından büyük işlere girmek, ne de elindeki gücü kullanmadan beklemek mutlu eder.

Aslına mutsuzluk olmadan mutluluk olmaz. Sıkıntılar giderildikçe, başarılar geldikçe geriye bunun keyfini yaşamak kalır. Gerçek mutluluk bu olsa gerek.