Sır, gizli ve saklı anlamına gelir. Birden fazla kişinin bildiği sır olmaktan çıkar. Herkesin kendine has bir sırrı ve sırları vardır. Eğer onu bir başkasıyla paylaşırsa, o kişinin bir diğer kişiye duyduğunu söylememe garantisi yoktur. Böyle olunca da birden fazla kişinin bildiği bir şey, gizli saklı olma yani sır olma özelliğini kaybeder.

Sır denince, Midas’ın kulakları öyküsü akla gelir. Benzer öyküyü 12. yy. da İranlı Hakim Nizami yazmış, yalnız kahramanı Büyük İskender olarak göstermiştir. Her neyse Midas veya İskender, verilen mesajı değiştirmez. Biz kral olarak alalım ve öyküyü hatırlatalım.

Güçlü Krala herkes saygı duyar, karşısında eğilir, bükülür, emirlerini düşünmeden yerine getirirdi. Ama kralın bir sırrı vardı. Onu sadece ta çocukluğundan beri traş olduğu berberi biliyordu.

Kralın kulakları o kadar uzun ve inceydi ki tıpkı eşek kulaklarına benziyordu. Dışarıya halk arasına çıktığında başında büyük bir şapka ile dolaşırdı. Saray içinde bile kimse onu şapkasız görmemişti. Böylece sırrını herkesten saklamaktaydı.

Sırrını bilen tek kişi, onu traş eden berberi iyice yaşlanmıştı. Elleri makas ve tarak tutamaz olmuştu. Krala Vahit adında kendisinin yetiştirdiği kalfasını önerdi. O her yönüyle güvenilir dürüst bir gençti. Sırrının bir başkasının daha bilmesine kral önce şiddetle karşı çıktı. Fakat bir gün, yaşlı berber ölünce genç berberi çağırmak zorunda kaldı.

Vahit Kral’ın oturmakta olduğu odaya girdi ve kapı kapandı. İçeride yalnız ikisi kaldı. Kral şapkasını çıkardı. Uzun kulakları gören berber şaşkınlıktan elindeki makası düşürdü. Kral ona “sakın burada gördüklerini dışarıda söyleme . eğer bir tek kişiye söylersen dilini kökünden keser, kafanı uçururum.” Dedi.

Vahit’in içine bir korku düştü. Gece gündüz kralın kulaklarını ve bir de yaptığı tehditleri düşünür oldu. Geceleri uykuları kaçıyor. Uyuyabildiğinde de korkunç rüyalar görerek tekrar uyanıyordu.

Böyle bir sır içindeyken yaşayamayacağını, bunu mutlaka birisine söylemesi gerektiğine karar verdi. Ama kime söyleyecek? Alıp başını kırlara açıldı. Issız bir yerde bir kuyuya rast geldi. Etrafına bakındı, kimsenin olmadığından emin olunca, kuyunun kapağını kaldırıp var gücüyle bağırdı. “Kralın uzun kocaman kulakları var. Kralın kulakları eşek kulakları.”

Bir defayla yetinmedi. Birkaç kez aynı sözleri tekrarladı. İyice rahatladı. Üzerinden, daha doğrusu içinden büyük bir yük kalkmış gibi şehre geri döndü. Normal yaşantısına devam etti.

Aradan epey bir zaman geçti. Günlerden bir gün, çobanın biri kuyunun çevresinde sürüsünü otlatırken orada büyümüş kamışları gördü. Birini keserek ondan kaval yaptı. Üflemeye başladı. Fakat kavaldan tek bir ses çıkmaktaydı. O ses “Kralın kocaman kulakları var, kralın kulakları eşek kulakları” diyordu.

Çoban bundan bir şey anlamadı ama her gittiği yerde kavalını üfler ve aynı sesi etrafa yayar oldu. Çok geçmedi bu ses kralın kulağına gitti. Çobanı çağırttı, hapse attırdı. Vahit’in arkadaşı olduğunu ve sırrı ondan aldığını sandı. Genç berberi sorguya çekti. O da olayı olduğu gibi anlattı.

Kral kuyunun çevresindeki bütün kamışları kestirdi kaval yaptırdı. Tüm kavallar aynı sesi vermekteydi. “Kralın kocaman kulakları var…” düşündü, taşındı çobanı da berberi de affetti.

Sır taşımak kolay değildir. Öyleleri vardır ki, insanı ağırlığı ile sıkar, boğar, günümüzün ileri teknolojisi, her tarafı, dört duvarı bile telekulak haline getirdi. Gizli kameralar, mikrofonlar ve telefonlar. Rahatlamak için verilen nefes bile kaydedilip değerlendiriliyor. En kolayı herhalde hiç sır sahibi olmamak herkesin bildiğinden  bir fazla şey bilmemek.