Toplumun bir çok tanımı vardır. Oysa kalabalığın bir tek.

Kalabalık, hiçbir benzer yönleri olmayan insanların toplanmasıdır. Onun için halk arasında, bu özelliği pekiştirmek için başına bir eklenti yapılmış, “kuru kalabalık” denmiştir.

Kalabalık ne yapacağı belli olmayan, çekinilmesi gereken potansiyel bir tehdit unsurudur. Provake edilmeye yatkın olmaları nedeniyle art niyetli örgütlerce kullanılmaya her an hazırdırlar. Öyle bir durumda da önlerine ne gelirse düşünmeden yıkıp yok ederler.

Toplum olmanın değer ölçüleri oldukça geniş bir alana yayılır. Sıralamaya başlarsak: 
Sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve birlikteliği paylaşan kişilerin oluşturduğu kitleye toplum denir. Aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan bu insanların temel çıkarları aynıdır. Bunu sağlamak için işbirliği yapmışlardır.

Böyle toplumlar yaşadıkları yerin adı ile anılırlar. Örneğin Fransa topraklarında yaşayanlara Fransız toplumu, İtalya’da yaşayanlara İtalyan toplumu, Almanya’dakilere Alman denir.

Toplumu oluşturan bireylerin oluşturduğu aileler bulundukları yerde ortak yaşamlarını sağlam bir işbirliği kurarak sürdürürler. Birliktelik ne kadar uyumlu olursa yaşam da o kadar sorunsuz olarak sürer. Birlik üyeleri arasındaki duygusal bağlar toplumsal ilişkileri bütünleştirir. Her şey şeffaf ve yüzyüze güven içinde gelişir. 

Toplumu bilinçli bireyler oluşturur. Onlar karşılıklı görevlerini çok iyi bilirler. Dolayısiyle örgütlenme bağları güçlüdür. Bir ilke etrafında toplanmışlardır.
Belirli bir amaca dayanarak kurulan topluluk, şartlar gerektiğinde dağılabilir. Herhangi bir zorlama söz konusu olamaz. Bir tek kişinin eğilimleri doğrultusunda bir arada tutunanların toplumu demokratik ve özgürlükçü değildir. Orada dikta ve diktatör vardır. Her an dağılmaya hazır böyle toplumların ömrü diktatöre bağlıdır.

Toplum olmanın birinci amacı yaşamı sürdürmektir. Öyle bir yaşam ki başta güvenlikli ve sonra nitelikli. Yoksa öyle veya böyle sıradan bir yaşam değil.
Toplumsal kavramlar değişiktir. Zamana ve bakış açısına göre gelişir. Belli bir amaca yönelik olsun veya olmasın, bir araya gelen bireylerin mutlaka ortak bir noktaları vardır. Toplumları yukarıdaki esaslara göre sınıflandırmak ve adlandırmak gerekir. 

J.J. Rousseau toplumu, toplumsal sözleşme denilen ve yazılı olmayan gerçek bir bağla birleşmiş kişilerin oluşturduğu bir bütün olarak görür.
Larx’a göre ise insanların ortaklaşa yaşadıkları, yaşamlarını belli bir iktisadi ve siyasi sisteme göre düzenlediği ortamdır.

Gerek felsefi ve gerekse genel görüşler ışığında toplumları, ilkel, feodal ve ileri olmak üzere üç başlık altında toplamak ve değerlendirmek toplumlar arası ilişkilerde bir ölçüt olabilir. 

Sadece zengin olmak ve bu sayede çağın teknolojik araç ve gereçlerine sahip olmak ve kullanmakla ilkel toplumdan ileri topluma atlanılmış olmaz. Eğitim, kültür, sanat gibi etkinlikler, bireylerin katılımcılığı ve paylaşım esas etkenlerdir.
Toplumun yerini belirleyici olan yöneticilerdir. İlkel bir toplumun içinden çıkan ilkel görüşlü bir yönetim onu ileriye taşıyamaz. Mutlaka devrimci ve yenilikçi liderler öncülüğünde elbirliği ve inançla bir toplum gelişebilir.

“Halk bundan anlamaz” diye sanatı yozlaştıran yöneticilerle, sanatla ilgilenmeyen, kitap okumayan, resme bakmayan, tiyatroya adım atmayan yöneticilerle toplum ileri gidemez. Aksine olduğu yerden geriye gider. O tipler çevresinden, daha doğrusu kendisinden nefret eder, öfke ve fesat saçar.

Konuyu, 2006 yılında Dormen Tiyatrosu’nun 50. sanat yılının kutlandığı Tiyatroya Vefa Gecesinde Haldun Dormen’in konuşmanın son cümleleriyle bağlayalım.

“Biz bu gece tiyatrocular olarak kadınlı erkekli gurur içinde başımız dik alkışlarınıza selam verebiliyorsak, bunu ne çalışmamızla, ne saygımızla, ne disiplinimizle, ne de yeteneğimizle elde ettik. Bunu bir tek insanın çağdaş görüşü, ileri fikirleri ve tartışılmaz dehası sayesinde başarabildik. Kemal Atatürk sayesinde.