Çevreci duyarlılığa sahip olanlar, Aksa’da son yaşanan yangınla ilgili birilerinin sorumluluk alması gerektiğini düşünüyor. Yangın raporunda fabrikanın hidrant sisteminin yönetmeliklere aykırı olduğunun yazıldığı, otomatik yangın söndürme sistemi diye bir şeyin çalışmadığı, itfaiyecilerin aparatlarına uygun şekilde yangın musluklarının bulunmadığı, bu tip yangınlara müdahale edilebilmesi için fabrikanın oksijen tüpü doldurma cihazının olmadığı, yangın sırasında bunun sonradan getirildiği gibi ayrıntılar olduğu söyleniyor. Bunlar doğruysa bana göre bu olumsuzlukların tanımı ‘ihmal’ başlığında toplanıyor. 

Öte yandan üç üniversiteden bilim insanlarının hazırlamış olduğu bir rapor açıklandı Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından. Yangından 9 gün sonra yapılan analizlere göre bir tehlike yokmuş kısaca bu rapora göre. 
Bir kimya profesörü, bununla ilgili değerlendirmesinde, bu analizlerin ehil kişilerce, çok düzgün yapıldığı ve standartlarla iyi bir şekilde karsılaştırılmalar yapıldığı varsayıldığında, bu çalışmanın en zayıf noktasının, örneklemenin kazadan 8-9 gün sonra gerçekleştirilmiş olması olduğunu belirtiyor. Ona göre böyle bir kazadan sonra ki ilk dakikalar, saatler çok önem taşıyor. İnsanların uyarılması gerekliydi. Yangınla, analiz örneklerinin alındığı 9 günlük süre arasında bazı kirleticiler ömrünün ya bir kısmını, ya tümünü doldurmuş olabilir. Ayrıca bazı parametreler için yarı ömür değerleri verilmiş.

Örnekleme yapıldığında en az 190 saat geçmiş görünüyor. Oysa kazadan hemen sonraki derişimlerin yüksek olması beklenir. Tabii kirleticilerin doğal seyrelmesi de devreye giriyor. Su örneği ele alındığında ilk başta çok yüksek olan derişim oraya yeni su gelmesi ile haliyle seyrelir ve derişimi azalır. Benzer durum hava derişimleri icin de geçerli. Toprak ve bitki de yağışlarla yıkanıp kirleticiler taşınır. Çocuklar, yaşlılar, hastalar, hamile ve emziklilerin kirleticilere daha duyarlı olmaları nedeniyle karşılaştırmaların sadece sağlıklı yetişkinler üzerinden yapmanın diğerleri açısından uygun olmayabileceği, tüm bunlara karşın bazı değerlerin derişimin doğal yolla azalması, yarı ömür vs’ye rağmen yüksek olabileceği, bunun karşılaştırmalarının yapılması, civarda bitki, hayvanların etkilenip etkilenmediği ve insanların sağlık şikayetlerinin olup olmadığının da izlenmesi gerektiği konularına da vurgu yapıyor hocamız. Bu ısrar bazılarına anlamsız gelebilir.

Fakat sonuçta şunu da  ‘beyaz yalovalıların’ iyi anlaması gerekiyor. Bu insanlar sanayiye, toplumsal gelişime, hatta benim şahsen tüm dünyayı mahvedeceğine inandığım günümüzün Amerikan modeli ‘kalkınma’ anlayışına da karşı değiller birebir. 

Talep edilen şey açık bir şekilde şudur, depremselliği kanıtlanmış bir bölgede ölümcül sonuçlara yol açabilecek kimya sanayisinin tehlikeli yayılmasına karşı bir kontrol mekanizmasının, görevi gereği olduğu gibi vergilerimizi verdiğimiz devlet tarafından oluşturulması, 

Yalova’nın karar verici ve yönlendiricileri olan siyasilerin, çıkar ilişkilerini değil, kentin gelecekle olan ilişkilerini gözeterek bu talebe cevap vermeleri ve görmezden gelmekten kaçınmaları, 

Sivil toplumun öne çıkarak, ‘ben buradayım’ demesi ve yeni nesillere bir ucube kent değil, yaşanabilir Yalova bırakabilmek için sorumluluğun alınması. Kendi şahsi ikballerini ve menfaatlerini bu değerlerin üzerinde gören her türlü oluşuma ve kişiye sıfatı ne olursa olsun karşı olduğumu da bir kez daha yazıyorum. Bu kentin kaderi bu kentte yaşayan insanların elinde olmalıdır, bizlere Amerika’ya ayak basan İspanyol kolonistlerin yerlilere baktığı gibi bakanların değil, diye düşünüyorum.