“Atatürk annesinin elini öptü. Bayan Zübeyde oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk’ü bağrına basmak istiyordu. Onu kucakladıktan sonra aziz Türk Milletine eşsiz bir halaskar kahraman veren ana olmak itibarıyla gururlanmalı idi. Fakat öyle olmadı. Bahtiyarlığı, gülen ve şirin yüzünden okunurken o büyük Türk anası kolları arasından uzaklaşan ciğerparesinin ellerine sarıldı. Atatürk:
‘Ne yapıyorsun anne?” dedi elini çekmek istedi. Bayan Zübeyde sükunetle ve kat’ i bir ciddiyetle:
‘Ben senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı vazifeni yapıyorsun, fakat sen vatan ve milleti kurtaran bir devlet reisisin. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebasıyım. Elini öpebilirim.’ Cevabını verdi. “

Yukarıdaki satırlar, olayın canlı tanığı, Atatürk’ün yaveri Cevat Abbas Güler’ in anılarından alıntı.
Acaba yeryüzünde böyle bir ana ve öyle bir ananın yetiştirdiği başka bir lider var mıdır? O, nasıl bir anadır ki, O’nunla gururlanırken, O’nun büyüklüğü, başarıları ve eşsiz önderliği önünde eğiliyor ve O’na saygı duyuyor.
Sadece yaşça büyük olmak el öptürmeye yetmez. Kim kurtarıcısının elini öpmez ki? Esareti yaşamış, düşman işkencesi görmüş, yakınlarını ve malını mülkünü kaybetmiş  bir millet, yoktan varoluşunun yaratıcısına başka nasıl teşekkür edebilir ki.

O günlerde tüm Ulus aynı duyguları taşıyordu. Gerçi karşıt olanlar yok değildi. Belli bir azınlığı oluşturanların arasında yeniliklerden zarar gören tutucular, halkın cahil kalmasından yararlanan sahtekarlar, işgal sırasında düşmanla işbirliği yapmış çıkarcılar vardı.
İşte bugün onlardan türeyenler, “Türküm” diyemeyenler, Atatürk ismini ağızlarına almaktan sakınanlar ona saygı duymak bir yana onu unutturmak, eserlerini ortadan kaldırmak yolunda ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Ders kitaplarından, ders programlarından Atatürk ile ilgili konuları kaldırmak yetmedi, yollardaki tabelalardan bile silmeye kalkıştılar.

Özel bir geceye özel bir davetli olarak çağrılan, Atatürk’e benzerliği ile tanınan bir tiyatro ve sinema sanatçısının sahneye çıkışı anons edildiği halde son anda oradan uzaklaştırılmasının nedeni ne olabilir?
Nedir bu Atatürk korkusu ve düşmanlığı. Benzerine dahi tahammül edemiyorlar. “Öte yandan bir genç çıkıyor, televizyonlarda milyonların önünde ‘Atatürk’ü sevmiyorum’ diyor. ‘Atatürk’ü sevmek zorunda değilim” diyebiliyor.
Bu gence öfkelenmeden önce düşünmek gerek. Acaba ona Atatürk’ü yeteri kadar anlatabildik mi? Öğretebildik mi? Bunun yolu da kendimizin Atatürk’ü doğru anlamamızdan geçer.

Sadece, 1881 de Selanik’te doğdu. Harp okulunu bitirdi. Çanakkale’de savaştı. 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı. Erzurum, Sivas kongrelerini topladı. 23 Nisan’da Büyük Millet Meclisini açtı. İnönü B.Sakarya… Dumlupınar… 9 Eylül’de İzmir’de düşmanı denize döktü. 29 Ekim’de Cumhuriyeti ilan etti. Şeklinde kronolojik olarak yaşamını bilmek ve o şekilde öğretip ezberletmek Atatürk’ü anlamak değildir.

Gerçi bunu bile çok görüyorlar. Utanmasalar unutturmak için tarih kitaplarından adını silecekler.
O’nu anlamak, yaptıklarını o günün koşullarıyla düşünmekle olur. Onu anlamak sözlerini kalıplaşmış şekilleriyle tekrarlamakla olmaz. O konuşmayı nerede ne zaman ve ne amaçla söylemiş, kimlere söylemiş ona bakmakla olur. Bir tek cümleyi alıp çerçeveletip asmakla olmaz. Tamamını okumakla olur. Örneğin:
“Efendiler dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlmin ve fenin dışında rehber aramak gaflettir, delalettir. Yalnız ilim ve fenin yaşadığımız her dakikadaki safhalarını, ilerlemesini idrak etmek ve gelişimini zamanla takip eylemek şarttır.”

Bir tek bu konuşma bile en geniş anlamıyla ele alınsa, anlaşılsa ve uygulansa yetmez mi? Batının teknolojik buluşlarını alıp kullanmakla, bakkal dükkanı açar gibi üniversite açmakla bilim çağına ayak uydurulamaz. Hele hele din ile bilimi birbirine karıştırarak, birincisini diğerinin önüne geçirmekle ileri değil geri gidilir.
10 Kasım’da ve her 10 kasımlarda, 29 ekimlerde Anıt Kabir’e koşalım, kendimize en yakın alanlardaki toplantılara katılalım O’nu saygıyla analım. Ama orada durmayalım. Bize bıraktığı cumhuriyeti daha ileriye taşımak için görevimiz, mesleğimiz, işimiz ne ise onun en iyisini yapmaya ilkelerinin en önemlisi olan DEVRİMCİLİK duygusu ile yapalım.