Kurtuluş Savaşı her yönden üstün, güçlü düşmana karşı verildi. Yunan askeri gerek donanımı, gerekse sayısı bakımından öndeydi. Silah ve cephanesi boldu. Savaşın başında bizim düzenli bir ordumuz bile yoktu. Silah ve cephane İstanbul’dan kaçak yollarla Anadolu’ya ulaştırılıyordu.

Kurtuluş Savaşı eli silah tutan, inançlı, yüreği bağımsızlık için atan kadın erkek tüm ulusun sayesinde kazanıldı. Bunlar köylüsü, kasabalısı ile esnaf, din adamı, bir avuç aydın ve çeşitli rütbede askerden oluşuyordu. Her ne kadar özellikle din adamları arasında karşı olanlar çıksa da onların soyundan, sopundan kuşkulanmak gerek.

Daha önceki savaşlarda yenilmiş, ordusu dağılmış, işgale uğramış bir memlekette, yorgun bir milletle kurtuluş savaşı kazanılmıştı. Bu savaş haklı idi. Düşman ülkeyi terk etmiş, yeni bir devlet ,Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Lozan Barış anlaşması ile tescillenmişti.

Ancak her tarafı harap, yokluklar içinde bir ülke vardı elimizde. Daha savaş bitmemişti. Atatürk 9 Eylül sonrası “Yunanlıları denize döktük, şimdi asıl düşmanın üzerine yürüyeceğiz” demişti. Bu düşman geri kalmışlık ile bunun yarattığı cehalet ve kara kuvvetti.

Kalkınma Savaşı idi bunun adı. Sadece imanın, kahramanlığın yetmediği bir savaş. Topla, tüfekle, süngüyle yapılmayan bu savaş, teknik bilgi ve birikim de istiyordu.

Kalkınma hamlesi için kültürlü, bilgili, dünya görüşü geniş, uzmanlık alanları olan kişilere gereksinim vardı. Bu özellikte insan sayısı yok denecek kadar azdı. Cumhuriyetin kurucuları alt yapıyı oluştururken, işe insana yatırımla başladılar. Yapılan devrimlerin arasında ismi konulmamış ve belki de en önemlisi “Anadolu Devrimi” idi.

Eğitim, okuma yazma oranının çok düşük olduğu yurda yayıldı. Vatan çocuklarından meslek sahibi insanlar yetiştirilmeye başlandı. Her yerde okullar açılıyor, köylüsü, kentlisi, kadını, erkeği yeni alfabe ile okuma yazma öğreniyordu. Hem de büyük heyecan ve istekle.

Seçilen yetenekli gençler yurt dışına gönderildiler. Çeşitli alanlarda eğitim aldılar, uzmanlaşmış olarak geri döndüler. Anadolu devriminin öncüleri oldular.

Başta Köy Enstitüleri, öğretmen açığını büyük ölçüde kapattı. Diğer meslek okulları sağlık, tarım ve teknik alanlarda kalifiye elemanlar yetiştirdi. Bu kapsamda açılan imam hatip okullarının amacı yeteri kadar aydın din adamı yetiştirmekti.

Yeni bir öğretim yılına gireceğimiz şu günlerde geldiğimiz noktaya baktığımızda, eğitimin dini eğitime kaydığını, yatırımın din adamına yapıldığını görüyoruz. Hızla sayıları artan okullardan bir yılda mezun olan imam-hatiplerin sayıları, belki de ülkenin yüz yıllık gereksiniminden fazla. Diğer meslek okulları ise unutulmuş durumda.

Bunların üzerine bir de müfredat programları ve yönetmeliklerde yapılan son değişikliklerle yetişecek “yeni nesillerin” durumu açık seçik belli. İşte bunun işaretlerini veren birkaç örnek;

Atatürk, Atatürk İlkeleri ve Milliyetçiliği ile Cumhuriyet gibi kavramlar çıkarılmış. Belirli gün ve haftalara 15 Temmuz Milli Birlik Günü, Kutlu Doğum Haftası, Kut’ül Amare Zaferi eklenmiş. Mevlana, Yunus Emre haftası yok.

Fen dersleri müfredatındaki düzenlemelerle önümüzdeki yıllarda organik hoşaf türü buluşların hızlanmasına şaşırmayın.

Eski yönetmelikte Bayrak törenlerine, tören sırasında okulda bulunan yönetici, öğretmen ve öğrencilerin kılık kıyafet yönetmeliğine uygun kıyafetlerle katılması öngörülürken, yenisinde bunlar yok. Yani isteyen törenlere kravatsız, sakallı, bıyıklı katılabilecek.