Tarih o kadar çok batan devletlere ve yok olan şehirlere sahne olmuştur ki! Bazen Türk olarak onlarca devlet kurduk diye övünüyoruz.

Bir dost ‘Benim kadar sigarayı bırakan olmamıştır’ diye kasılıyordu. Ama onun kadar çok başlayan da yok anlamına geldiğini düşünmüyordu. Çok devlet kurduk; çok da batırdık. Şehri yani devleti yeniden kurmanın olmazsa olmazı vatandaşların maddi ve manevi emniyetini sağlamaktır. Bu faaliyet, şehirdeki art-değerin adil paylaşımını ve devletin masraflarının da bu fazlalıktan karşılanmasıyla mümkündür.

Devletin iktisaden batması toplumsal dengeyi sarsar; ardı sıra karışıklıklara, çatışmalara ve çöküşe sebep olur. İktisadi batışa giden yolun taşları devletin azalan geliri ve artan masraflarıyla döşenir. İstenmeyen süreci bazen içsel bazen dışsal sebepler tetikler. Çöküş süresi uzun yıllar alabilir, bütünü fark edemeyen yöneticiler zaman kaybettirir. Devlet giderleri, artarken bunların karşılanmasını sağlayacak gelirler ona göre artmıyorsa ve bu uzun bir dönem sürüyorsa, bu takdirde mevcut üretim ilişkileri, giderek niteliğini değiştirir ve böylece çöküş süreci sosyal-ekonomik-yönetimsel etkileşimlerle birlikte hızlanır.

Osmanlı’nın çöküşünde içsel ve dışsal sebepler birbirini karşılıklı etkilemişse de ağırlık içsel sebeplerdedir. On sekizinci asır öncesinde başlayıp uzun yıllar içinde birbirini tetikleyen gelişmeler çöküşü meydana getirmişti: Tarımda, lonca sisteminde ve imalathanelerde verimliliği sağlayabilecek teknolojik seviyenin düşüklüğü, nüfusun artması, randımanı düşen tarımdan alınan artık ürünün yeni verimli yatırımlara tahsis edilememesi başlangıç olarak değerlendirilebilinir.  Akabinde çift bozup köylerini terk edenlerin şehirleri kalabalıklaştırması ve karışıklıklara vesile olmaları, güçleşen beslenme meselesi, bu gerekçeyle ihracatın yasaklanması, ithalatın teşvik edilmesi kartopunu büyüten olaylardı. Ve artık üründen pay alan bürokratlar arası pastanın azalmasıyla rekabetin artması ve artan nüfusu devlet hizmetlerinde çalıştırma zorunluluğu ile devletin giderlerinin çoğalması önlenemeyince çöküş kaçınılmaz oldu. Osmanlılarda artan devlet giderleri için kaynak aranırken başvurulan yollar, daha çok üretimi azaltıcı nitelikte olmakta, tarımdaki azalan randımanın ilave bir sebebi haline gelmekteydi. Kısırdöngüye girilmişti; bozulan ekonomi, eski kuralların bozulması, askere ve devlet hizmetlerine daha fazla adam almak kartopuna dönüştü. Böylece yüksek kabiliyetli, verimli minimal Osmanlı Devleti hantallaştı, çürümeye başladı. Tarım toplumunda yavaş akan zaman sürecin iki yüz yıl sürmesini sağlamıştı. Çıkar yol kalmayınca borçlanmaya başlanılması son darbe oldu. O da yüz yıl sürdü. Ve son…

Tarihin tekerrür mü edecek? Bir fark var: Teknoloji çağında zaman hızlı akıyor. 2023 yılı itibarıyla aynı nüfusa sahip olduğumuz Almanya’dan üç kat fazla kamu çalışanının varlığı Türk devleti için tehlike sinyalleri anlamına gelmiyor mu? Yalova Belediyesi yakinen takip ettiğim kötü bir örnektir. 2014 yılında 630 personel çalışırken uyguladığımız Zambak projesiyle olması gereken çalışan sayısının en fazla beş yüz olduğunu dijital sistemden görebiliyorduk. Maalesef 2023 yılına geldiğimizde tamamen siyasi gerekçelerle çalışan sayısı iki bine yaklaştı. Çöküş kaçınılmazdır!

Şehrin esası adalet üzerine inşa olacaksa kamu kaynaklarının israf edilmeden verimli kullanılması yeni dönemin vazgeçilmezi olmalıdır. Kamuda israfın anlamı genelin hakkını azınlığın kullanmasıdır; kul hakkıdır. Devlette gereksiz istihdam, önceliği olmayan yatırım, ihtiyaç kalmayan kamu binası ve son dönemlerin artık kaleme kâğıda sığmayan yanlışlarının hızla telafi edilme zorunluluğu, gelecekteki yönetimlerin önceliğidir.  

Zambak’la hızlı mesafe alınacağı aşikârdır.