Tarih, en basit tanımı ile, geçmişte yaşanmış olayları, yer ve zaman göstererek, belge ve kazılar sonucu ortaya çıkan bulgular ışığında inceleyen bilim dalıdır.

Tarih yazanlar ve okuyanlar yansız ve objektif olmak zorundadırlar. Aksi halde gerçekler çarpıtılır, yanlış anlaşılmalara neden olur.

Ben tarihçi değilim. Olsam olsam, sıradan bir okuyucu olabilirim. Bakıyorum da tarihçi olduğunu sanan veya tarihçi olmayanlar, II. Abdülhamid’i tek yanlı bakarak anlatıyor. Böyle olunca da yukarıdaki soruyu sormak zorunda kalıyoruz; Ulu Hakan mı? Kızıl Sultan mı?

Sadece ona, Fransızca bilen, operadan, tiyatrodan, klasik müzikten hoşlanan, eğitime önem veren, çağdaş okullar açan biri olarak bakarsanız, tek yanını görür ve birinci hükme varırsınız. Oysa diğer yana geçip baktığınız zaman karşınıza çok daha farklı tablolar çıkar.

Abdülhamid dönemi ekonomik, siyasi ve askeri yönden Osmanlı’nın en karanlık günlerini kapsar. Yüksek faizler nedeniyle borçlar ödenememiş ve alacaklı devletler Düyun-i Umumiye (Genel Borçlar) anlaşması imzalamışlardı.

Düyun-i Umumiye, Osmanlı’nın belli başlı vergilerine el koydu. Neredeyse yerli-milli hiçbir şey kalmadı. Yeni bir yerli şirket kurulamadı. Tek anonim şirketimiz Şirket-i Hayriye, demiryolları, madenler, bankalar, ayrıcalıklı yabancı şirketlere bırakıldı. Osmanlı Bankası bile yabancılarındı.

Demiryollarını yabancılara kar garantisi vererek yaptıran Abdülhamid döneminde, Düyun-i Umumiye ile imtiyaz sahibi demiryolu şirketleri arasında çıkar kavgaları başladı.

Halkın, özellikle köylünün durumu pek iç açıcı değildi. Üretim yetersizdi. Her şey, buğday bile dışarıdan geliyordu.

Osmanlı, Abdülhamid döneminde büyük toprak kayıplarına uğradı. Hem de savaşmadan, masa başında kaybedilen yerler bile vardı. Örneğin Teselya, büyük devletlerin baskısıyla Yunanistan’a bırakıldı. Kıbrıs para karşılığında İngiltere’nin oldu. Fransızlar Tunus’u işgal etti.

Mısır İngilizlerce işgal edildi. Berlin Anlaşmasıyla Batum, Ardahan, Kars, Kağızman Ruslara, Bosna Hersek ise Avusturya’ya bırakıldı. Girit tamamen Yunanistan’ın oldu. Kaybedilen toprakların toplamı 1.600.000 kilometrekareye yakındı.

Askerlerin durumu iyi değildi. Maaşlar zamanında ödenemiyordu. Donanma Haliç’ten dışarı çıkamadı. Gemiler çürüdü. Sonraki yıllarda Ege adalarının kaybında bu eksiklik etkili oldu.

Abdülhamid döneminde üç başlık öne çıkar; İstibdat, Sansür ve Jurnal. Aydınlar baskı altındaydı, birçokları sürgün edildi. Mithat Paşa Taif’te boğduruldu. Namık Kemal hapislerde çürüdü.

Basına sansür uygulandı. Padişahın hoşlanmayacağı haberler gazetelere koyulamıyordu. Kullanılması yasak bazı kelimeler vardı; Yıldız, Hürriyet, Suikast gibi.

İstanbul’un her tarafı hafiyelerle doluydu. Saraya devamlı ihbarlar yağıyordu. İnsanlar birbirini şikayet etmekte adeta yarışıyordu. Evler erken saatlerde basılıp, insanlar tutuklanıyordu.

Bütün bunlar 1908 de İkinci Meşrutiyetin ilanıyla son buldu. Abdülhamid, Selanik’e sürgüne gönderildi. Selanik’in işgali olasılığı kesinleşmeye başlayınca İstanbul’a getirildi. Beylerbeyi Sarayında gözaltında tutuldu ve 10 Şubat 1918 de yaşama veda etti.