O sabah tamda hasta vizitini bitirip servisten çıkıyordum ki o meslektaşımla karşılaşıyorduk. A bayan meslektaşımın elinde de bazı evrakların olduğu göze çarpıyordu. Adına ne desem ki! Elbette karartma yapacağım, aklıma Şule ismi geliyor... Evet, bu isimle namalıyım onu...Niye deşifre edeyim ki! Evet, koridorda hal hatır soruyorduk...''Abi'' diyordu, ''epeydir görmüyorum, nerelerdesin? Hani acaba hasta mı oldu diye düşünmedim değil!''

            Tebessüm ediyordum...''İki aydır yoktum, bir görev için uzaklara, ama çok uzaklara gitmiştim!''

            ''Yurt dışına mı? Kendine bir yer hazırlayıp gitme düşüncesinde misin yoksa?''

            ''Yok canım, ne diye gideyim, ben ülkemi çok seviyorum. Bak depremde bize tayin hakkı tanındı, ama ben bu şehri asla terketmem diyenlerdenim. Zoru görünce tabanı yağlayanlardan değilim ben! Ahde vefa meselesi yani!''

            Gülüyordu...''Biliyorum senin meşrebini...Peki neredeydin?''

            ''Nuhşehir'e iki aylık geçici görev çıkmıştı, gittim ve sağ salim döndüm işte!''

            Anlamamıştı Nuhşehir karartmasını...'Nuhşehir mi? Nasıl yani, anlamadım!''

            Fazla meraakta bırakmak istemiyordum Şule'yi...Ve şehrin gerçek adını ona söylüyordum.Yüzündeki ifade birden endişeli hal alıyordu...''Deme, iyi sana Bir şey olmamış. Hani terör var ya lanet olası! Nuhşehir ismi nereden aklına geldi, merak ettim de!''

            ''Haklısın, o kadim şehirin adı senelerce terörle anılmış ya, ben de giderken hayli endişeliydim ne yalan söyleyeyim. O şehir Cudi ve Gabar Dağları arasında kurulu. Hani Nuh tufanı sırasında Nuh'un gemisinin Cudi Dağı'nda kaldığına inanılıyor ya... O yüzden o şehire insanlar şeref payesi olarak ''Şehri Nuh'' diyorlar. Ben de o tamlamayı kısaltıp Nuhşehir dedim. Hatta belediyenin amblemi de bir gemi.. Biliyorsun gittiğim her yere ait gözlemlerimi bir anı şeklinde yazarım, söz uçar yazı kalır derler ya!''

            ''Biliyorum, şimdi sende ne anılar vardır. Sahi ''Hendek Olayları'' sonrası emniyetli bir yer mi? Sen nasıl gördün? Uzaktan duyulan haberler ayrı, yerinde gözlem ayrı...Asayiş nasıl oralarda?''

            ''Ben de dediğim gibi giderken bazı dostlardan helallik alarak gitmiştim, ama gördüm ki o kötü hatıralardan esame yok. Devlet o taşeronların anladığı dilden konuşmaya ba şlayınca asayiş sağlanmış. Savunma Sanayi karşısında o taşeronlar fare gibi oyuklarından kafayı kaldıramıyorlar inan. Şehirde gece saat on ikiye kadar tek başına dolaşabilirsin. Atak helikopterlerinin gözünü seveyim... Hele Cudi Dağı'na gece otelimden bakınca ışıl ışıl görüyordum. Onlarca askeri kule var ve son model kamera sistemleri ile donatılmış. Konuştuğum bir yetkili ne dedi biliyor musun?''

            ''Merak ettim!''

            ''O kameralar yerli, gece görüşü bile var. En ufak bir hareketi bile anında zumlayıp görebiliyoruz! Ve tepesine çöküyoruz!''

            Şule'nin gözleri ışıldıyordu...''Deme abi, vallahi ne kadar mutlu oldum bu duydukarımdan... Senin gözlemlerine inanırım! Peki halkın bakış açısı nasıl bu yeni döneme?''

            ''Bak, halk iki güç arasında sıkışıp kalmış, böyle gördüm. Hani 'gündüz külahlı, gece silahlı' diye bir tekerleme vardır ya...Halk üzerindeki baskıya, teröristin silahına karşı ne yapabilirdi ki. Hayır dersen canından olurdun. Gece terörist mezraya gelip ekmek istiyor, sıkıysa verme! Güç sendeyse halk o taşeronlara sırtını döner. Niteki öyle gördüm. Bu hayatın olağan akışıdır. Halk ne diyor biliyor musun?''

            ''Hani Gabar'da petrol bulundu ya...Diyorlar ki 'begim meğer Amerika gavuru bu taşeronları kırk yıldır oraya bakçi olarak dikmiş ki benim devletim gidip oralarda petrol arayamasın!''

            ''Bak abi bu mithiş bir bilinç...Bunu anladılar ya artık gam yemem. Bak adına da 'taşeron' demişler...Müthiş bir uyanış!''

             Elindeki evraakları gösteriyor...''Emekli oluyorum, hakkını helal et'' diyor.

            Saatime bakıyorum...''Polikliniğe de geç kaldım, hadi sen de işlerini hallet'' diyorum ve ayrılıyoruz.