Bu hafta “Gençlik Haftası” Gençlik denince akla hemen ulu önder Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği” diye başlayan gençliğe hitabesi gelir. İlkokulda ezberlediğimiz, her sabah okuduğumuz (şimdi kaldırıldı) andımızdan sonra lisede, gençlik yıllarında destansı bu metni okur olduk. 

Atatürk’ün çeşitli yerlerde ve nedenlerle söylediği gençlere yönelik düşüncelerini yansıtan sözleri de vardır. İşte bunlardan birisini, Sabiha Gökçen’in anılarından aktarıyorum. Çankaya sofralarından birinde bakın ne diyor: 

“Sabiha (Gökçen) burada Türk gençliğinin bir temsilcisi olarak bulunuyor. Konuşacağımız konuların hemen hepsi aslında Türk Gençliği ile onların geleceği ile ilgili. Bu bakımdan onun da bulunmasında fayda mulahaza ettim. Cumhuriyeti, cumhuriyetin geleceğini Türk Gençliğine emanet ettiğimi biliyorsunuz. Ancak iş sadece bunu yapmakla bitmiyor. Cumhuriyeti, ülkenin geleceğini onlara emanet etmekle sadece onların damarlarında dolaşan asil kanda bulunan kudrete güvenmekle görevimizi tamamlamış olamayız. Aynı zamanda bu Türk gençliğini de bilgili, inanç sahibi olarak yetiştirmek mecburiyetindeyiz. İnanç sahibi derken ülkenin en çok yararına olacak ilkelere sahip demek istedim. Ben ilke diyorum. Bir de tartışmamız içine bu akşam sanıyorum ki yine ideoloji kelimesi girecektir.

Turanizmi, çağdaş gerçekliğe uygun bulmadığımı şöyle açıkladım:
Ben tam manasıyla gerçekçiyim. Ne kadar parlak ve göz alıcı olsa da bir hayal peşinde koşmaktansa, gerçek ile uğraşmayı tercih ederim. Bu gerçek hiç de parlak görünmese de. En çetin zorluklarla çevrili olsa da. Onun içindir ki, Türk Gençliğine de hayal ile uğraşacak yolu değil gerçekçi yolu öneririm. Kendisini başarıya ulaştıracak yol bu zahmetli güç ve zorluklarla dolu yoldur. Ulusal Kurtuluş savaşını açan yol gerçekliğe dayanan zor yoldur. Hayallerden bir takım umutlardan doğan yol değildir.”

Bu arada bir konuşmacı, İstiklal Savaşı başlarken başta Hindistan olmak üzere bazı Müslüman topluluklardan yardımlar geldiğini hatırlatarak “padişahlığı ve halifeliği kabul etseydiniz bugün belki daha kuvvetli bir durumda bulunurduk” demesi üzerine Atatürk konuşmacının sözünü keser.

“Ve biz saltanatı halifeliği kaldırır kaldırmaz bu yardımlar kesildi. Bize, şahsa değil, Türk ulusuna bağlı topluluklardan yarar gelir. Dine bağlı, din ve devlet işlerini bir arada yürütmeye çalışan idarelere teokratik idareler denir. Bu çeşit devletler eninde sonunda çökmeye mahkumdur. Bugün dünyada bu şekilde idare edilen devletler en geri kalmış ülkelerdir. Bunun için laiklik ilkesini anayasamızın en büyük ilkelerinden biri olarak kabul etmek ve buna dört elle sarılmak gerekir. Türk Gençliğini bu ilkenin dışında yetiştirmeye yeltenecek olanlar bu devlete, bu ulusa en büyük kötülüğü yapmış olacaklardır.”

Bugüne kadar biz ne yaptık? Sadece Gençliğe Hitabeyi okuduk ve okuttuk. Onların damarlarında dolaşan asil kana ve kudrete güvendik. Ama o akşamki Çankaya sofrası konuşmasını ve diğerlerini okumadık, dikkate almadık. En önemlisi onları laiklik ilkesi içinde bilgili, inançlı gençler olarak yetiştirmede ne kadar başarılı olabildik?