İnsan yaşamında ağacın özel bir yeri vardır. Ağaç da insan gibi canlı bir varlıktır. Fidan olarak doğar, topraktan beslenir, yağmur sularıyla gelişir, büyür. Ulu ağaç olur. İnsan ömrü yüz yıla ulaşamaz ama asırlık tarihi ağaçlar sayılamayacak kadar çoktur.

Ağızları dilleri yoktur ama gördüklerini, çevresinde yaşanan olayları bir anlatabilseler kimbilir nelere tanık olmuşlardır. Bazen şehrin en merkezi meydanında, bazen bir türbenin, caminin bahçesinde gözcülük yapar, nöbetini 7/24 sürdürürler.

Kimi zaman bir parkta insanların dinlenme alanına dallarını uzatır, gölgelerini yayarlar. İnsanlarla iç içe yaşarlar da çoğu kimsenin, o serinliği verenin farkına varmadığına kırgındırlar. 

Termal’deki, Çengelköy’deki , Bursa İnkaya’daki ve Marmaris Bozburun’da Bayırköy’deki tarihi çınarların dallarının yayıldığı geniş alanda düzenlenmiş kır kahveleri sıcak yaz günlerinin gözde yerleridir. Oralarda içilecek bir bardak çay veya soğuk bir içecek ile solunan bol oksijenli hava günün veya günlerin yorgunluğunu alır.

Bunların ve benzerleri nicelerinin haklarında çeşitli efsaneler vardır. Bazı şanslı olanlarının yaşlı gövdelerine bir plaket asılmıştır. Birkaç cümlelik bilgilerle adeta sizinle konuşurlar. Ama birde dilleri olsa neler neler anlatacaklardır.

O ağaçlar ki, sert fırtınalara göğüs germiş, her bahar geldiğinde şenlenip süslenip donanmış, neşeyi hüznü kaç dönem yaşamış görmüş geçirmiş ağaçlar. Kimbilir kaç tane, yüzlerini resimlerden tanıdığımız, seslerini hiç duymadığımız, meşhur tarihe geçmiş kişileri gölgesinde misafir etmişlerdir. Toplumun sosyal yaşamına yön vermişlerdir.

İstanbul’da semt adı olarak bilinen ağaçlardan acaba oralarda isimlerinden başka bir iz kalmış mıdır?

İncirli, Cevizli , Fındıklı sadece kuruyemiş dükkanlarında meyveleri olan ama bir tek canlı ağacının kalmadığı beton yığınlarıyla dolmuş yerleşim yerleri.

Zeytin burnu bir zamanlar zeytinlikmiş. Ya Acıbadem’de kaç evin bahçesinde badem ağacı var? sıra servilerde, sıra sıra değil sembol olarak korunmuş bir tek selvi var mı? Kalsaydı teselli bulurduk.

Söğütlüçeşme’de ne çeşme kaldı ne de söğütler. Sakızağaçı Kasımpaşa’da bir semt adı. Akdeniz çevresinde. Çorak yerlerde yetişen bu ağacın gövdesi çentilerek çıkarılan sakız denen reçinesi Yunanistan ve Türkiye’de hanımlarca çiğnenirdi. Sütlü tatlılarda kullanılırdı. Ne yazık İstanbul’da ağacı değil adı kaldı.

İstanbul’un bu ağaçları geçmiş zaman içinde şehrin  gelişimi, nüfus artışı sonucu yerleşim alanları açmak için feda edilmiş doğal kaynaklar. Ne yazık ki günümüzde kişisel hırs ve çıkar sağlama nedenlerinden başka akıl alır bir gerekçesi almayan ağaç katliamları devam ediyor.

Mimar Sinan’la yarışırcasına Süleymaniye’den büyük cami yapan hırsı ile Çamlıca Tepesinde ne kadar ağaç kesildi , o kadar yeşil alan yok oldu. Askeri Garnizonlarla mezarlıkların dışında her yer beton ve taş yığını.

Üçüncü köprü ve bağlantı yolları için kesilen ve kesilecek ağaçların haddi hesabı belli değil. İnşaat bittiğinde, ikinci köprü olayınca yaşandığı gibi yol güzergahının çevresi yapılaşmaya başlayacak. İstanbul’un kuzeyinde kalan son orman örtüsü yok olacak.

Buna ilaveten ikinci hava alanı projesi bütün süreci hızlandıracak. Boğazın iki yakası, Beykoz’un ve Sarıyer’in kuzeyinden Karadeniz kıyısına kadar olan ormanlık alandaki İstanbul’un son ağaçları Unesco’nun Tarihi Kültür Mirası olarak koruma altına aldığı yerler gibi özel korunmaya alınmalı. Yoksa bugün semt adı olarak anılan ağaçlar gibi İstanbul’un kuzey ormanlarından onbeş yirmi yıl sonra sadece adları kalacak.