Ülkemizde son yıllarda düşen doğum oranlarına ilişkin tartışmalar süregelmeye devam ediyor. Doğum oranının geçtiğimiz yılda Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı veriye göre 1,51’a kadar düşmesi sonrası Türkiye Cumhuriyeti bu konuyu gündemine alarak 2025 yılını “Aile Yılı” olarak ilan etmesi ve çeşitli önlemler almak için harekete geçmesi sonrası “Yaşlılık” durumunun önümüzdeki süreçte daha fazla konuşulacağına ilişkin yorumların gelmesine neden oluyor.

Türkiye toplumunun her geçen yıl daha da yaşlanması nedeniyle “Yaşlılık” konusu üzerine yapılan çalışmaların daha da önem kazanmasını sağlıyor. Yaşlılık ve Yaşlanma konuları üzerine çalışmalar gerçekleştiren ve İsveç’i örnek alarak ortaya çıkardığı “Yaşlılık ve Refah Devleti” üzerine kitabını 2016 yılında yayımlanan Yalova Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Harun Ceylan, “aktif yaşlanma” başlığı gazetemize önemli açıklamalarda bulundu.

“Yaşlı nüfusun, toplam nüfus içindeki oranı giderek artıyor”

Türkiye’de yaşlılığın, toplumsal bir mesele olmasına rağmen güncel tartışmaların gölgesinde kalan bir konu olduğuna dikkat çekerek açıklamalarına başlayan Prof. Dr. Ceylan, “Bugün Türkiye, dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden biri hâline gelmiştir. Doğurganlık oranlarının düşmesi, yaşam süresinin uzaması gibi demografik değişimler sonucunda yaşlı nüfusun, toplam nüfus içindeki oranı giderek artmaktadır. Ancak bu konu, henüz kamuoyunun ve karar alıcıların gündeminde yeterince yer bulamamaktadır. Yakın gelecekte Türkiye’nin yaşlanma sorunu, toplumun tüm kesimleri ve alanları için öncelikli bir başlık hâline gelecektir” dedi.

Yalova'da Deprem Sonrası Deniz Çekilmesi Tedirgin Etti Yalova'da Deprem Sonrası Deniz Çekilmesi Tedirgin Etti

Yalova Universite Akademisyen Ogretim Uye Aktif Basarili Yaslanma Aciklama Bilgilendirme Haber (1)

“Gelişmiş ülkelerde yaklaşık 100 yıla yayılan demografik yaşlanma süreci, Türkiye’de yalnızca 15-20 yıl gibi çok kısa bir sürede gerçekleşti”

Yaşlılık olgusunun iki boyutu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ceylan, “Bunlardan ilki, nüfusun yaşlanmasıdır. Bu, toplumun genelinde yaşlı bireylerin oranının artmasını ifade eder. İkincisi ise bireyin organizma olarak yaşlanmasıdır. Dolayısıyla yaşlanma süreci hem bireysel hem de toplumsal düzeyde değerlendirilmelidir. Türkiye, bu açıdan oldukça dikkat çekici bir deneyim yaşamaktadır. Gelişmiş ülkelerde yaklaşık 100 yıla yayılan demografik yaşlanma süreci, Türkiye’de yalnızca 15-20 yıl gibi çok kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Bu hızlı değişim, hem bireyleri hem de toplumu yaşlanmaya yeterince hazırlıksız yakalamıştır. Bu sürece göç, kentleşme, aile yapısındaki değişim gibi toplumsal dönüşümler de eklenince, özellikle kırsal bölgelerde yaşlı nüfus yoğunluğu artmış ve yaşlılık, sosyal bir sorun hâline gelmiştir. Elbette yaşlanma yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Tüm dünyada, özellikle 21. yüzyılda yaşlanma olgusu büyük bir ivme kazanmıştır” şeklinde konuştu.

“Yaşlanma, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bir olgu”

Aktif yaşlanma ve başarılı yaşlanma gibi iki kavramın öne çıktığını belirten Prof. Dr. Ceylan, “Aktif yaşlanma, bireyin yaşlılık döneminde sağlıklı ve üretken bir yaşam sürdürebilmesi için hayat boyu süren bir süreci ifade eder. Bu süreç, yalnızca bireyin yaşam kalitesi ve doyumunu artırmakla kalmaz; aynı zamanda sağlık, sosyal güvenlik ve bakım sistemlerine olan yükü de azaltır. Yaşlılık, emeklilikle birlikte bazı rollerin ve statülerin kaybı, eşin vefatı, çocukların evden ayrılması gibi birçok sosyoekonomik ve demografik faktör nedeniyle bireyde yalnızlık hissi yaratabilir. Bu yalnızlık, sosyal izolasyonla birleştiğinde yaşlılık dönemi, toplumdan kopulan bir süreç olarak algılanmaya başlar. Oysa bu olumsuz sürecin önüne geçmek için başarılı yaşlanma sürecine ihtiyaç vardır. Bugün “yaşlanmanın bilimi” anlamına gelen gerontoloji, Türkiye'de farklı üniversitelerde akademik bir alan olarak gelişmeye başlamıştır. Bu alan, yaşlanmanın yalnızca 60 veya 65 yaş sonrası ile sınırlı olmadığını; doğumla başlayıp yaşam boyu süren bir süreç olduğunu vurgular. Dolayısıyla yaşlanma, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bir olgudur. Bu nedenle başta eğitim müfredatları olmak üzere, bireyin beslenme, egzersiz, ilaç kullanımı ve genel yaşam tarzına yönelik bilinçli bir hazırlık yapması gereklidir. Çünkü yaşlılıkta yaşam kalitesi, gençlikte ve yetişkinlikte edinilen deneyimlerin bir sonucudur. Organizmanın yaşla birlikte bazı kayıplar yaşaması ve hastalık risklerinin artması, yaşlılığı sağlık sorunlarıyla anılan bir dönem hâline getirebilir” ifadelerini kullandı.

“Yaşlanmayı ihmal etmeden yaşamayı öğrenelim”

Yaşlılıkta yaşam kalitesini düşüren en önemli unsurun, sağlığın kaybedilmesi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ceylan, “Bu kaybı önlemenin yolu ise bireyin hayat boyu sağlıklı yaş alma sürecine bilinçli bir şekilde hazırlanmasından geçer. Bunun için de bireyin “yaşlanmayı ihmal etmeden yaşamayı öğrenmesi” gerekir. Zira zaman akıp geçerken, hem bireysel hem de toplumsal olarak yaşlılık dönemine yeterince hazırlanamadığımız açıktır. Yaşlılıkla birlikte karşılaşılan en temel üç sorun sağlık sorunları, yalnızlık ve yoksulluktur. Bu üç temel başlık, yalnız Türkiye'de değil tüm dünyada yaşlılıkla özdeşleşmiş sorunlardır. Aile, tüm yaş grupları için bir mutluluk kaynağıdır. Özellikle yaşlılıkta, yaşam kalitesinin temel anahtarıdır. Ailesi ve yakın sosyal çevresiyle ilişkilerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilen yaşlı bireyler, yalnızlık ve izolasyona daha az maruz kalırlar. Bu bireyler, fizyolojik ve psikolojik sağlıklarını da daha uzun süre koruyabilmektedir” dedi.

“Yalnızlık hem fizyolojik hem de psikolojik birçok hastalığa yol açıyor”

Yaşlanma ve yalnızlık olgularının yakın ilişkisine değinen Prof. Dr. Ceylan, “Araştırmalar, yaşlanmayla birlikte sağlık sorunlarının yalnızlığa neden olduğunu; yalnızlığın ise hem fizyolojik hem de psikolojik birçok hastalığa yol açtığını göstermektedir. Bu sorunların ortaya çıkmasında, aile ve sosyal çevre ile olan ilişkilerin yanı sıra sosyoekonomik statü de belirleyici olmaktadır. Sonuç olarak, yaşlılıkta yaşam kalitesi ve yaşam doyumu için yalnızlık, sağlık ve sosyal ilişkilerin aile odaklı, bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir. Böylece yaşlı bireylerin toplumdan kopmadan, aktif ve üretken bir yaşam sürdürebilecekleri bir ortam yaratılabilir. Bu yaklaşım, aynı zamanda toplumsal refahın da artmasına katkı sağlayacaktır” diyerek sözlerin son verdi.

Muhabir: Göktuğ Doğukan Yüksel - Sezgin Altınel