O öğle sıcağında, tepemize doksan derece dik gelen kavurucu güneşte hastane bahçesindeyim ve kamelyalara doğru yürümekteyim. Birden gözüm acil polikliniği önünde gölgelenen, daha dorusu gölgeye sığınan o ‘’karayağız meslektaşım’’a yöneliyordu. Evet, uzun süredir onu görüyordum, ama onun meslektaşım olduğunu bilmiyordum. İşte bu bir itiraftır. Hani hastane kadrosu zenginleştikçe ve mekan da genişledikçe ve iş yükü de arttıkça kişilerin diyaloğu da en aza iniyor.
Sanırım bir yıl önceydi, hastane koridorunda karşılaştığımızda baş hareketi ile selam verip bir de tebessüm armağan edip ilerlediğimde yaklaşıyordu Duysal…’’Abi’’ diyordu, ‘’beni tanımadın galiba, ben Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doktor Deniz Uysal!’’
Mahcubiyetle karışık bir tebessümle elimi omuzuna koyuyordum…’’Deniz kusura bakma, kendimizi işe kaptırmışız, gidiyoruz işte!’’
Bakışlarını doğrultup bir süre öylece bakıyordu…’’Abi nereden nereye! Hayat bu, sürprizler gebe işte!’’
Elbette derinlik ifade eden bu cümleyi çözememiştim. Hani ‘’hala hatırın kalmasın’’ anlamında başımla onaylıyordum ve ‘’aynen öyle’’ diyordum. Ama Deniz kıvrak zekası ile anlamıştı olayı ve cümleyi kavrayamadığımı. Beni de incitmemeye azami gayret gösterdiği görülüyordu.
‘’Abi sene 1994, ben o zaman 6 yaşındaydım. Teyzemin oğlu ile sana muayene olmaya gelmiştik. İkimizi de muayene ettin ve bende bir şey bulamadın, ama onu inmemiş testisten ameliyat ettin!’’
Gel de gülme! Sağ elimin işaret parmağını dudaklarıma götürüyordum…’’Deniz, aman bundan kimseye bahsetme, yoksa yaşım ortaya çıkar!’’ kahkaha tufanı…
Neyse, biz şimdi o gölgelikteki sıcak sohbete dönelim…’’Abi’’ diyordu, ‘’kadere bak, dünkü çocuk Deniz bugün senin meslektaşın oldu ve de aynı kurumda çalışıyoruz. Kimin aklına gelir!’’
Bu cümleler ruhumda samyeli estiriyordu elbette…’’Deniz gel bunu köşemde yazayım, ama ismini maskeleyeceğim. Mesela sana Erdem diyebilirim. Veya Duysal…Yani Deniz Uysal değil de Duysal!’’
Aaa! Zaten yazının başlığında da Duysal geçiyor…
Tebessüm ediyor…’’Abi gerçek ismimi yaz, ne sakıncası var!’’
‘’Tamam’’ diyordum, ‘’gerçek adını yazacağım; maden onay veriyorsun!’’
Şimdi okuyucularım yazının başlığına bakıp da sormazlar mı! ‘’Tamam da o ‘zor yazı’ ve ‘kolay yazı’ ile neyi vurgulamak istiyorsun kardeşim?’’
Haksız da sayılmazlar, zira ebediyete intikal eden birçok meslektaşınım arkasından anma yazıları yazmışımdır. Bir yandan da göz pınarlarımdan aşağı doğru akan o sıcak sıvıyı silmiye gayret etmişimdir. Özellikle depremde kaybettiğimiz meslektaşlarımızın arkasından yazmışımdır. O yazılara ben ‘’Zor Yazı’’ başlığını koymuşumdur. Hele de Genel Cerrahi Uzmanımız Atila abinin arkasından yazdığım o ‘’Zor Yazı’’ yı unutmam mümkün değildir elbette.
Nerden nerye geldik bakın! Deniz için yazdığım bu yazı elbette ‘’Kolay Yazı’’ olacak. Buna göğüs kabartan bir yazı’’ desek daha uygun düşer gibime geliyor. Aylar geçtikçe Deniz’deki o vefakarlığı iyice görmeye başlamıştım. Zira bir yakınımı muayene için kendisine göndermek istediğimde beni mutlu eden, tatlı mahcubiyete sürükleyen o cümlelerini unutamam…’’Abi emrin olur!’’ Estağfurullah!
Deniz için şu söz çok uygundur: ‘’Misk yerini belli eder!’’