Kurtuluş savaşı Batı’nın en güçlü devletlerine karşı verilmiş ve zaferle sonuçlanmıştır. Ondan sonra da Atatürk hiçbir zaman dış baskı ve tehditlere boyun eğmemiş, gerektiğinde en sert şekilde tavrını göstermiştir. Bunun pek çok örneği vardır. İşte bunlardan bir tanesi:

Muzaffer Türk Ordusunun Başkomutanı olarak Atatürk İzmir’dedir. Gerçi Zafer Yunanlılara karşı kazanılmıştır ama onların arkasında İngiltere vardır. O günlerde de Türkiye ve İngiltere karşı karşıyadır.

İngilizler zaferi görmemezlikten gelmekte, Sevr antlaşması devam ediyormuş gibi davranmaktadırlar. İzmir’deki İngiliz Donanma Komutanı Mustafa Kemal’i ziyaret eder. İngilizlere has küstah sir tavırla “azınlıkların durumlarından endişe ettiklerinden” söz ederek güvence ister.

Mustafa Kemal ile İngiliz Amiral arasındaki diyaloğu olayın canlı tanığı Salih Bozok’un anılarından okuyalım.

“Hiç kuşkunuz olmasın Amiral. Türkiye’deki bütün insanlar gibi tebaanız ve sözünü ettiğiniz azınlıklar da TBMM Hükümeti’nin eşit koruması altındadır. Suç işlemeyenler kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler.” 

“Suç işleyenler?...”

“Suç işleyenler Sayın Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de adaletin huzuruna çıkarlar. Suçlu iseler cezalarını elbette çekeceklerdir.”

Amiral, bazı Rumların ve Ermenilerin, işgal sırasında taşkınlık ve şımarıklık yapmış olabileceklerini, zor günler geçiren Türk’lerin husumetine maruz kalırlarsa bütün dünyanın aleyhimize kıyameti koparacağını söyleyince ve kendisini tehdite girişince Atatürk sözünü keser.

“Şu efendi devlet rolünü bir kenara bırakınız Amiral… Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacaklarını düşünmem. Bunlar memleketimin iç işleridir, kimsenin bu işlere karışmasına da müsaade etmem. Kim bize saygı beslemezse bizden saygı beklemeye hakkı olmaz.”

Amiral, tebaasını her yerde koruma hakkı olduğunu, yoksa “biz güvenliği sağlayacak güçteyiz” diyerek limandaki gemileri gösterir. Bunun üzerine Atatürk’ün tepesi iyice atar.

“Arkaladığınız Yunan Ordusu’nun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız. Türk Ordusu, güvenliği sağlayacak güçte olduğu gibi limanı boşaltacak güçtedir. İsterseniz Türk’e ihanet eden tebaanızın ve azınlıkların adaletten kaçan sefillerini gemilerinize doldurabilirsiniz. O Donanmanızın en kısa bir zamanda limanı terk etmesini istiyorum.”

Amiral şaşırmış ve Paşa’ya

“İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?”

“Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşmasının hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık. Karşımda oturuşunuzu sizi konuk saymamıza borçlusunuz. Fakat görüyorum ki, nezaketimizi kötüye kullanmak eğiliminiz var. Buna müsaade edemem. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum.” 

“Affedersiniz…” diyen amiral yerlere kadar eğilerek ger geri kapıya kadar gidip dışarı çıkar. Olayın dışarıda duyulmasından sonra İngiliz ve Fransızlar kendi uyruğunda olanları gemilere bindirmeye başlar ve daha sonra da sessizce çekilip giderler.

Atatürk büyük bir stratejist idi neyi nerede ve ne zaman yapacağını çok iyi bilirdi. Aynı temkinli ve diplomatik tavrıyla İngilizlerin İstanbul, Çanakkale ve İzmit’ten uzaklaşmasını sağlamıştır.

Bir gün İsmet Paşa o günlerdeki ön görüsünü şöyle anlatır:

“O günlerde İngilizler bizimle savaşa tutuşamazlardı. Savaşa giren kabine, ertesi gün parlamentoda düşerdi. Anzak taburlarını, Gorkalar’ı terhis ettiklerinden ellerinde yeteri kadar asker kalmamıştı.”

Asrın Lideri olmak o kadar kolay değil. Her önüne gelen bu sıfatı hak edemez.