Hayal meyal hatırlıyorum, en fazla dört yaşında olmalıyım. Emine teyzem anamın koluna iyice yapışmış, ben de anamın öbür elini tutmuşum nenem gile doğru yürüyoruz. Karşımızda bisikletli biri belirdi. Emine teyzem panik içinde “bacıımm aha bu bizi öldürecek” diye anamın kolunu aşağı doğru çekmeye başladı ve diz üstü çöküp kaldı. Karşıdan gelen bisikletli de karşılaştığı bu durumun etkisiyle düşecek gibi oldu.

1940 lı yılların sonu olmalı, koca kente belki birkaç motorlu araç var o yıllarda ve Emine teyzem de henüz hiç motorlu araç görmemiş. Nenem; teyzemle beraber çarşıdaki Sümerbank mağazasından entarilik basma almak için yürürlerken arkadan gelen bir otomobil korna çalıyor ve teyzem yine diz üstü çöküp yolun ortasında kalıyor. Nenem dönüşte olayı anama anlatıyor:

Gız, tomofil mi ne derler, işte ondan varmış arkamızda. Zort diye zurnasını ötürmesiyle aha bu gara gızın yere kapaklanıp yapışması bir oldu. Neyse ki yoldan geçenlerin bağırtısıyla tomofil tamda dibimizde zar zor durdu. Aha ben bu gıznan bir daha çarşıya pazara heç bir daha çıkmam.

Anam kardeşine sıkıca sarıldı ve gülmesini zorla tutarak “sen hiç korkma, ben hep yanında olurum” diye, teyzemi rahatlatmaya çalışsa da teyzem çok üzgün ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Ne kadar saf ve naif bir kadındı teyzem. Bu olaydan kısa bir süre sonra Bekçi Ali’yle evlendirildi. Bizim eve yakın bir tanıdığın evinin boş bir odasında bir süre barındılar. Teyzem her gün bize gelir, anamın dizinin dibine oturur ayrılmak istemezdi. Anam ona, hamile olduğunu, yakında bebeği olacağını, evine sahip çıkıp kocasıyla iyi geçinmesini öğütlerdi. Teyzem de hep; “bacım başımda sen olmasan ben ne’derim, heç bi adım atamam” der dururdu.

Çok kar yağan bir günde teyzemin bebeği doğdu. Anam teyzemin yanında kaldı, ben nenemin yanında, Ali amca da babamla bizim evde kaldı. Bir iki hafta böyle idare edildi ama sonrasında da anam hep teyzemin yanında, yakınında oldu.

O yıl dedem; hızla gecekondu yapılmaya başlanan Hacıbaba yamacında küçük bir yeri çevirmiş. Babamı da oraya götürüp “aha buraya, şu bizim garipler için bir evcik yapak” demiş.

Babam o evi yaparken birkaç defa anamla yanına gittik. Hacıbaba dağ değil ama, iyice hatırı sayılır bir tepeydi. Teyzemlere yapılacak ev de tepeyle etek arası bir yerde, mezarlığa karşıydı. Babam evin arkasını mezarlığa, ön yüzünü tren istasyonuna dönük yapıyordu. İnşaatın devam ettiği bir gün anamın hazırladığı yemeği oraya götürürken, teyzemle bebeğini de yanımıza aldık. Teyzem evini ilk kez görecekti. Bağların arasındaki patika yol tren raylarına varınca teyzem yine yere oturup kaldı. Kucağında bebesi “ben buradan karşıya geçemem” diye feryat ediyordu. Anam yemek çıkınını bana verdi, teyzemi kolundan tutup kaldırdı.

Hele yürü! Buralara, bu yollara alışacaksın. Evin aha şu karşıda yapılıyor.

Teyzem ağlayarak:

Ben buralara alışamam, tek başıma korkarım. Hele buralardan geçip de size hiç gelemem. Zaten benden bıktınız, başınızdan atacak yer aradınız da…

Rayların öbür tarafına geçmiştik. Teyzem hıçkıra hıçkıra ağlamaktan nefessiz kalmıştı. Anam kucağındaki bebeği aldı, teyzemi yere oturttu, kendi de yanına oturdu. Bir kolunda bebeği tutuyor, öbür eliyle teyzemin saçlarını okşayıp, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Bak çocuğu da uyandırdın, al biraz emzir de sussun. Sen artık bir anasın, bak çocuğun var ama, sen çocuktan daha betersin. ‘İnsan evim yapılıyor, evim olacak’ diye sevinir, sen mız mız edip ağlıyorsun. Bak bu dediğimi de hiç aklından çıkarma. Sen artık büyüdün, çocuk sahibi bir ana oldun.

İnşaatta babam, babamın yamağı Mestan ve Bekçi Ali Amca çalışıyorlardı. Biz varınca yemek için ellerini yıkayıp anamın getirdiği yemeği yediler. Anam da teyzemin kolundan tutup evi ‘ev dediğimiz de tek bir oda’ gezdirdi.

Ben ilkokula başladım. Teyzemin evi uzaktan görünürdü. Bazı hafta sonları da ben oraya giderdim. Teyzem evine alışsa da yollara alışamıyordu. Zamanla çoğalan arabalardan çok korkuyor, çok ürküyordu. “Sanki üstüme üstüme geliyler” diye ürküntüsünü dile getiriyordu.

İlkokulu bitirdiğimde Hacıbaba’nın eteği evlerle dolmuş, tepeye doğru taşmaya başlamıştı. Yıllar hızla geçiyordu. Teyzemin peş peşe oğlu oluyordu. Ben okul için bir başka kente gidince çok sevdiğim teyzemle mektuplarda selamlaşır olduk. Aradan çok uzun yıllar geçti. Bir yaz tatilinde; “o gelmeden ben teyzemin evine gidip onun elini öpeyim” diye düşündüm. Teyzeme giderken bağlar arasındaki yollar, bağlar hep ev dolmuş. Yeni yollar açılmış, tren yolu raylarının üstüne karayolu köprüsü yapılmış, Hacıbaba’nın tepeleri bile ev olmuş… Evini zor bulduğum teyzem “vay kurban olduğum, sen ne zaman geldin” diye sarıldı bana. Sonra:

Aha o senin anan beni bu dağın başına attı, hiçbir yana kıpırdayamaz oldum. Rayların üstünden geçmeye tam alışmıştım, boydan boya tel çektiler. Artık oradan geçemez oldum. Köprüden geçmeye ödüm kopuyor. Vızır vızır arabalar… Oğlanlardan biri elimden tutup götürmezse ne bacımı, ne anamı göremez oldum.

Benim saf, ter temiz, naif teyzemin saçına aklar düşmüştü. Eşimi, oğlumu getirip getirmediğimi sordu.

Getirdim. Anamın evinde seni bekliyorlar. Şimdi seni alıp oraya götüreceğim.

Tövbe tövbe… Ben ölürüm de bu arabaya binmem, hiç binemem.

Teyzem o güne kadar gerçekten hiç arabaya binmemiş. Teyzemle evde olan en küçük oğlu Osman’ı aldım ama, teyzemi arabanın arka koltuğuna oturtmak çok zor oldu. Teyzem sağ ayağını koltuğun üstüne koymaya çalışıyor, doğal olarak yüzü koltuğun arkasına dönük oluyor. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Teyzem çırpınıp duruyor, bir yandan da söyleniyor.

Bu oğlanı sevmesem… Aman allahım bu araba mı, taksi mi? Ne meretse binilmesi ne de zormuş. Belki de anası mahsus gönderdi bu oğlanı…

Zor da olsa en sonunda teyzemi koltuğa oturtmayı başardım, Osman da anasının yanına oturdu. Osman yanıma oturmaya heveslense de, onu özellikle teyzemin yanına oturttum ki, teyzem panik yaparsa ona sahip olsun diye…

Gurban olurum, nolur yavaş sür. Ben artık ölürüm, bu taksi mi ne derler işte. Şimdi bir de bundan inme çilesi… Bakalım nasıl olacak…

Sağ salim anamın kapısına vardık. Teyzem biraz sakinleşmiş olsa da yüzü sapsarı, eli ayağı titriyordu. Anama:

Aha senin bu oğlun bana neler etti, onu sevmesem var ya…

Birlikte çok güzel geçen üç beş günün sonunda biz yaşamakta olduğumuz Yalova’ya döndük. Teyzemin büyük oğlu da evlenip Bursa’ya gelmişti, çok sık olmasa da ara sıra görüşüyorduk. Anam da teyzem de epeyce yaşlanmıştı. Babamız öleli çok olmuştu. Birkaç yıl öne Bekçi Ali Amca da ölmüştü.

Yaz başı ve Yalova’nın en güzel güzel günleri, her taraf yemyeşil, her yan çiçek doluydu. Anamı arayıp; ”teyzemi de kolundan tut yanına oturt, otobüse binin hemen buraya, yanımıza gelin” dedim. Teyzem benim arabaya bindikten sonra biraz biraz motorlu araçlarla barışır ve alışır, olmuştu. Anamla teyzemi karşıladım, eve yerleştiler.

Geldiklerinin ikinci günü dilenmiş, yol yorgunluğunu atmışlardı. Kahvaltı sonrası ailecek Termal’e gittik. Bir kolumda anam, bir kolumda teyzem; “bu göz suyu, bu büyük hamam…” yavaş yavaş yürüyoruz. Atatürk Köşkü kapalıydı. Biraz dinledikten sonra yürümeye devam ediyorduk, teyzem birden kolumdan çıkıp namaza durur gibi dizlerini yere koydu, avuçlarını açıp epeyce dua ettikten sonra ayağa kalkıp, anama doğru;

Gız bacım yoksam biz öldük de cennette miyiz? “Sonra da bana dönüp” Bu gördüklerimi essah mı, yoksam biz…

Benim saf, temiz yürekli teyzemle bu anım yüreğimde hep taze kaldı. Bu buluşmamızdan sanırım beş altı yıl sonra Mart sonuydu, küçük kardeşim oğlumu arayıp anamızı kaybettiğimizi, bu haberi bana dikkatli bir şekilde vermesini söylemiş.

Teyzem anamın ölüm haberini alınca fenalaşmış. Anamızı toprağa verdikten sonra yanına vardığımda kısmi felç gibi bir durumdaydı. Beni görünce kalkmak için çabaları boşunaydı ama o yine de epeyce çırpındı. Yatağının yanına oturdum, ağlıyordu. Zor anlaşılır bir sesle:

O benim her şeyimdi. Bacımdı, anamdı, babamdı… Ben de ölürüm artık. Ben bacım olmadan hiç yaşamam.

Çok üzücü ve hüzün verici bir tabloydu. Yalova’ya dönüşümüzün ikinci günüydü, kardeşim aradı.

Teyzem senden sonra hiç kimseyle tek kelime konuşmadı. Bugün öğlende onu da toprağa vereceğiz. Gelme sakın, bekletilmeyecek. Bacısına kavuştu sonunda, artık hiç ayrılmazlar…