O kongreyi duyduğumda ''bir daha gideyim, o güzel yeşil adayı bir daha göreyim'' diyordum. Hangi adayı mı kastediyorum! Söyleyeyim, o vatan parçası, o yeşil Kıbrıs'ımızı kastediyorum. Birkaç defa da kongre vesilesiyle gitmiştim, ama Girne ve Lefkoşa ile sınırlı kalmıştı ziyaretlerim. Bu sefer Bafra denilen beldede düzenleniyordu bu uluslararası kongre. ''Bafra da acaba neresi, hangi tarafına düşüyor Kıbrıs'ın'' diye düşünmeden edemiyordum. Adetimdir, bir ülkeye seyahatten önce oranın haritasına bakarım, bazı ön bilgiler edinirim. Evet, Bafra denilen belde Kıbrıs'ın doğu ucundaymış, hani bir parmağa benzettiğimiz o uç var ya... Lefkoşa'nın doğusuna geçmemiş olduğum için elbette merak ediyordum.

            Neyse, uçağımız İstanbul'dan havalandığında içimi bir heyecan fırtınası kaaplamıştı ve cam kenarındaydım. Elbette şimdi bu satırları okuyanlar tebessüm ediyordur belki de...''Ne saf bir adam, kardeşim ardı önü bir Kıbrıs seyahati! Nesine heyecanlanıyorsun saf adam!'' Belki de işe o cepheden bakan bir insan böyle düşünüyordur. Gel gör ki bu bir duyuş, bu bir hissediş meselesi... Belki de bir aidiyet meselesi...Herkesde aynı derecede yeşermeyen bir aidiyet meselesi...Hele de benim hep tenkit edip durduğum o içi boş ''humanizma'' esaretine düşmememin sonucudur bu hissediş... Nitekim arka koltukta oturan o iki kişinin aralarında konuştuklarını duyduğumda bu düşüncem iyice pekişiyor...''Kardeşim benim için Türk veya Rum farketmez. Yerlerinden edilen Rumlara evleri iade edilse iyi olur. Ben humanist bir insanım, dünya vatandaşıyım!''

            Breh breh! Adam Rum katillerinin, EOKA eşkiyalarının katlettiği Türklerden habersiz sanki! Sanki Rum'un avukatı oluyor bu zavallı adam! Ruhu buharlaşmış bir yaşayan ölü demeyeyim de ne diyeyim! Allah akıl fikir, basiret ve izan versin böyle zavallılara...Ve de ıslah etsin...

            Neyse, o sırada 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na ait hatıralarımı beynimin kıvrımlarında zaptedemiyorum ve çıkıyor ortaya... Bir Temmuz ayıydı. Lise ikinci sınıftaydım sanırım. Radyo haberlerinde veriliyordu: ''Türkiye Kıbrıs'taki garantörlük hakkını kullanarak bir çıkarma yapmaktadır. Tüm çabalarımıza rağmen ilgili ülkeler oradaki soydaşlarımızın katliamını önleyememiştir, Türkiye mecbur kalmıştır!''

            Beynimin damarları, şakaklarım zonkluyordu. O söz aklıma geliyordu...''Kurda, 'neden boynun kalın' demişler. 'İşimi kendim görürürm de ondan' demiş.'' Evet, Türkiye kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda bırakılmıştı. Halbuki hani humanizma vardı, Rumlar humanistti ve Türk köylerine asla saldırmazdı(!)...Hah hah hah! Sevsinler senin humanizmanı! Haa, az daha unutuyordum, radyodan o haberi duyunca elime bir taş alıp karşıya fırlatıyordum hırsımdan...''Hemen gidip askerlik şubesinde gönüllü yazılacağım. Rum katillerine bunun hesabını soracağım'' diyordum ve gerçekten de gönüllü yazılıyordum...Delikanlı çağımızdaki cevher...

            Düşünceler, muhasebeler, hatıralar...Cam kenarından ülkemin güzelliklerini izliyordum. Akarsular, gölcükler ve ulu dağlar üzerindeki o kar kütleleri...

            Ve Kıbrıs üzerinde alçalmaya başlıyoruz. Hiç bu kadar güzel halini görmemiştim bu kutsal vatan parçasının... İçim bir hoş oluyor... Yeşillikler okyanusu üzerinde uçuyoruz, gözlerim nemleniyor. Ve Ercan Havaalanı'na iniyoruz. Aaa ne kadar da değişmiş, güzelleşmiş, modern bir görünüme kavuşmuş... Seneler önce geldiğimde biraz köhne idi, böyle ışıl ışıl değildi burası... Aynen Bodrum Havaalanı...Pasaport kontrolünden sonra dışarı çıkıyoruz ve yerel rehberimizle karşılaşıyoruz....''Hocam şurada bekleyiniz, toplu halde ilerideki otobüsümüze binip Bafra'ya hareket edeceğiz. Yaklaşık 1 saat sürecek bir yolculuğumuz olacak'' diyor. Benim gibilere seyahat düğün bayram zaten...Ve ekip tamamlanınca otobüse biniyoruz. Yine yeşillikler okyanusundayız. Kıbrıs'a bahar gelmiş... İşte şurada sarı sarı tarlalar... Ruh okşayıcı o sarı çiçekler, levhalar...Gazimağusa, Diskarpaz, İskele...Arabalarda direksiyon sağda ya...Yanımdaki meslektaşıma fısıldıyorum...''Ben burada araba kullanamam sanırım. Baksanıza siz soldan gideceksiniz, karşıdan gelen de sağdan!'' Tebessüm ediyor...''Yok yok, insan yarım saatte alışıyor. Geçen sene araba kiralayıp tüm Kıbrıs'ı gezmiştim!''

            O sırada Kıbrıs'ın tarihi geçmişi aklıma geliyor, maziye yolculuk... Osmanlı İmparatorluğu'nda denizci olan Piri Reis tarafından Kitab-ı Bahriye adlı eserde yer verilen Kıbrıs haritası önemli... Onbeş Eylül 1570 tarihinde Lala Mustafa Paşa törenle Lefkoşa şehrine girmiştir. Tahtta II. Selim vardır. Kıbrıs fethedildiğinde adada çok az sayıda Ortodoks Rum vardı. Bin beşyüz yetmiş birde Venediklilerden alınan ve 307 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kalan Kıbrı'ın yönetimi 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğu'nda kalmak kaydıyla İngiltere'ye devredilmitir. Küstah ve düzenbaz İngiliz'e yani..Kurdun ağzına kuzu...Ayy! Nerden de dedim küstah İngiliz diye. Hümanizmaya da ayıp oldu!

            Ve bir saatlik bir yolculuktan sonra otelimize varıp kaydolmaya başlıyoruz.