Nihayet türban Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Başörtüsü dinin gereğidir diyen Başbakan’ın Türkiyesinde son onbeş yirmi yıldır başörtüsü veya türban hep tartışma konusudur. Aslında tartışılan başörtsü değil türban denilen kendine has örtünme şeklidir.

Muhafazakar kesimin oylarını almak için din üzerinden siyaset yapanlar, bu konuyu hep kullanmış ve gündemde tutmuşlardır. Sonuçta da türban denilen o bir parça bez, dini simge olup çıkmıştır. İtirazlar bunun üzerinden yapılmaktadır. Yıllardan beri kırda bayırda yemeniyle, tülbentle başını örten anamızın, bacımızın başörtüsüne karşı çıkan yok, olmamıştır da.

Bizde bu durum varken acaba Hıristiyan aleminde örtünme nasıl kısaca ona bir göz atalım.

1960 lı yıllara kadar Katolik bir kadın başını ve omuzlarını örtmeden ayine yani kiliyse gidemezmiş. İnançlı hiçbir kimse ne olursa olsun, ister sıradan birisi, ister en üst düzeyde bu kurula uymak zorundaymış. Rahipler bunu sağlamak için üstün caba gösterirlermiş. Hatta bazen komik olaylar da olurmuş. Kendisine elma veren papaza şaşkın şaşkın bakan genç kadına papaz, Havva’nın ancak elmayı ısırdıktan sonra çıplak olduğunu anladığını söylemiş. Böylece örtünmeyi hatırlatmak için elma parola olmuş.

Papazın elma verdiği kadın kuşkusuz Havva gibi çırılçıplak değilmiş. Sadece görünen, açıkta kalan saçları olsa gerek. Ama örtünme yasalarına karşı olduğu için hoş görülmemiş.

Bu uygulama 1960 lı yıllara kadar sürmüş. O yılların başlarında Vatikan. Kadınların baş örtüsü takmadan kilisiye girebileceklerine karar vermiş. Bu karara bazı çevreler ve kişiler karşı çıkmış.

Aslında söz konusu geleneğin kökeninde İsa’nı havarilerinden (dini yaymakla görevli yardımcı) Aziz Pavlus’un “Korinthoslulara Birinci Mektubuna dayanıyormuş. O mektubun 14. Babında :

“Erkek başını örtmemeli. O Tanrı’nın benzeri ve yüceliğidir. Kadın da erkeğin yüceliğidir. Çünkü erkek kadından değil kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Baş örtüsüz olarak dua eden kadın başını küçük düşürür. Eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin. Eğer kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün.”

Burada bir parantez açalım ve şunu düşünelim: İslamiyetin kadına bakış açısıyla yukarıdaki Aziz Pavlus’un mektubundaki görüşleri arasında fark var mı ?
Devam edelim. Öte yandan Hıristiyan aleminde gün geçtikçe çok eskilerde kalan bu sözler, toplum üzerinde geçerliliğini yitirmiş kadınları başlarını örtmeye kimse zorlamaz olmuş. Sonuçta Vatikan başörtsüz kiliseye girebilme kararını almış. Bundan sonra da böyle bir tartışma artık söz konusu olmamıştır.

Papazlar ondokuz yüzyıl giyim yasasından ödün vermeden sürdürdükleri düzenlemeye, düşünce tarzlarının evrimi sonucu son vermişlerdir. Papalık sadece örtünme değil bilimde, ekonomide, siyasette ve toplumsal davranışlarda aynı yolu izlemişler. Başlangıçta sertçe itiraz etmiş, tehditler savurmuş, suçlamış ve yasaklamış. Zaman ilerledikçe, katı düşüncesinden vazgeçerek olayı yeniden inceleyip yumuşamış. Ardından da bazı itirazlarını korusa da toplumların kararlarına uymuştur.

Örneğin Katolik Kilisesi yılar boyunca Darwin’i ve evrim teorisini reddetmiştir. Aynı şekilde Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü kabul etmemiştir. Ama bugün hiçbir piskopostan böyle bir itiraz gelmemektedir. Avrupa uygarlığının maddi ve manevi yükselişinin temelinde bu vardır.

Kilise katı dayatmacı tutumunu kendiliğinden değiştirmemiştir. Toplumun dayatmasının ve yasaklara karsı aldırmazlığının da büyük etkisi olmuştur. Bizde ise belirli çevrelerce saf bireylerin beyinlerindeki boşluklar, çeşitli yollarla çağ dışı, tutucu düşüncelerle doldurulmakta.

Acaba sıkma başlı kadın, özgürlüğün mü yoksa çevre baskısının sonucu mu o kisveye bürünüyor? Bu sorunun yanıtını çok doğru vermek gerek.