Yerel veya ulusal düzeyde her gün onlarca gündemimiz oluyor. Yetki sahiplerinin bunları çözüme kavuşturmasını bekliyoruz ve kanaatlerimizi ifade ederek yön vermeye çalışıyoruz. Ama çözümün bir matematik denklemi gibi net olmadığını fark etmiyoruz. Çünkü bakış açısının, toplumsal kabullerin, kültürel değerlerin ve en önemlisi sebep-netice ilişkisindeki malûmat bilgisinin, çözüm, öneri ve icraatlarımızı nasıl şekillendirdiğinin farkında olmuyoruz.
Meselâ, Yalova belediyesi “Türk Dünyası Şairler Müzesi”ni iptal ediyor. Projesi hazırlanmış, İnşaatına başlanıp, temel ve su basmanı çıkılmış olmasına rağmen yıkım kararı alınıyor. Müzenin inşaatı bağış olarak yapılırken, iç donanımlarının toplam maliyeti yaklaşık 700 bin lira civarında gerçekleşecek, ama bedelini hesaplamanın mümkün olmadığı “konsept proje” var ki hazırlanması yaklaşık üç yıl sürmüştü. Belediyeden bir ekibin gayretine üniversitelerden birçok hoca da katkı vermişti. Peki, neden yıkma, yok etme veya iptal etme kararı? Bakış açısı farklılığı olsa gerek. Müze bize çok “anlam” ifade ediyordu, demek ki bu yönetim aynı “anlam-değere” sahip değil.
Anlam, anlamak, anlamlandırmak düşünce hayatımızın anahtar kelimeleridir. Bakış açımızın bir “anlam”ı olmalı. Karşılaştığımız bir meseleyi önce anlamamız gerekir. Bir kavram, olay veya içinde bulunduğumuz durumu “anlamlandırabiliyorsak” huzurlu bir tavrımız gelişir. Hayatımızı “anlam”lara göre şekillendiririz. Maddi ve manevi medeniyetimizin ürünleri özümsediğimiz anlamların tezahürüdür. Önce anlam sonra tasavvur ve eser. Kur’ân-ı Kerîm bize “anlam” veriyor. Birey bu anlamdan kendi dünyasını, toplum kendi tasavvurunu üretiyor.
Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var;
Akıl için son tavır; saçlarım yolmak var. (N.F.K)
Bütün bu anlamları kendimiz mi üretiriz? İçinde bulunduğumuz toplum ve kültür birçok şeyi anlamlı kılmıştır, anlamların birçoğunu üretmiştir. Biz o toplumun üyesi olarak onları kullanırız. Bu anlamlar yüzlerce, binlerce yıllık geçmiş içinde oluşmuştur. Elenenler atılmış, süzgecin üzerinde kalanlar tekrarlana tekrarlana bizim “kültür” diye tanımladığımız davranış biçimlerimize dönüşmüştür. Bu davranış kalıplarımız ve kabullendiğimiz tavırlar doğumdan ölüme kadar yani hayatın içindeyken sorduğumuz soruların cevabıdır. Yani soru sormak düşüncenin veya kültür olarak benimsediğimiz maddi manevi kalıbın esasıdır. Milyonlarca soru vardır ama üç ana kategoride toplanabilir. Tanrı, tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerimize yönelik sorular. Bu cevaplar kültürel anlam dünyamızın içindeki değerleri üretir.
Şimdi bir “Anomi” yaşıyoruz. Boşluktayız. Kültür köklerimizden ve değerlerimizden bihaberiz. Yalova’nın en büyük iktisadi projesinin alt yapısını müzelerin oluşturacağını bilmiyorsak, Türk dünyasının bütün filozoflarının şair olduğunu ve şairlerin milletimiz için en önemli rehberler olduğunun farkında değilsek, yıkarız, iptal ederiz. Şiir deyince, ilkokul seviyesinde ardı sıra dizilmiş kelimeleri tahayyül ediyorsak, önemi olmaz ki Şairler Müzesinin. Ahmet Yesevi’nin, Yunus Emre’nin, Misrî’nin, Yahya Kemâl’in vs. milletimiz için ”anlamını” idrâk etmemiş isek, bütün Türk devletlerinde benzerleri var iken, Türkiye’de ilk olacağına aldırmadan, yıkarız da, iptal de ederiz. Yok, sebep “anlam” veya “anlama” noksanlığı değil de, eğer sadece nefsani ise, durum daha vahim. O zaman son söz Yûnus’un;
Hakîkate bakar isen nefsin sana düşmân yeter
Var imdi ol nefsin ile vuruş tokuş savaş yürü