Yalova’nın ne kadar çok tarihsel değeri olursa herkese memnuniyet vermelidir. Bu kötü bir şey olabilir mi? Veya herhangi biri bir diğerinin kıymetini azaltır mı? Yürüyen Köşk, Osmanlının Yalakova savaşıyla kurulması, Kâğıt fabrikası, Kara Kilise, Üç Kardeşler, vs hepsi bizimdir ve su üstüne çıkarılıp pazarlanması zorunludur. Ama ezberleri bozmak emek ister, süreklilik ister.
 Söğüt’ün yani Bilecik’in yöneticileri “1302 Osmanlının kuruluşu” ile ilgili açıklamalardan rahatsız olmuşlardı. Zannettiler ki Söğüt’ü yok sayıp, onun yerine Yalova’yı koymaya çalışıyoruz. Hâlbuki ikisi de reddedilemeyecek gerçeklikler. Devletin varlığını ortaya koyan savaş ayrı, otağın kurulduğu mekân ayrı. İkisi de gerçek. “Diriliş” dizisinde Ertuğrul’un konaklamak üzere Söğüt’ü tercih etmesinin arkasındaki stratejik gerekçeyi merak edip, araştırdım. Kanaat şudur ki; Otağı Söğüt yerine başka bir yere kursaydı, Osmanlı olamazdı. Söğüt olmasaydı Yalakova savaşı da olmazdı. Şimdi paylaşacağım, Söğüt’ün önemini vurgulayan bilgileri paylaşırken, Söğüt’e yönelik hakkı da teslim etmiş olacağız, inşallah.
  Önce, Söğüt nasıl fethedildi? Atsız, “Üç Osmanlı Tarihi” kitabında Şükrullah’ın “Behçetü’t Tevârih”inden alıntı yaparak, Ertuğrul Gazi’nin Söğüt’ü almasını şöyle anlatıyor; “ Er Tuğrul, Sultan Alâaddin’in savaş niyeti ile Konya’da sü yığdığını işitince kendi erlerini sultanın eşiğine göçürüp kulluk gösterdi; saygı buldu. Nice günler oradan ayrılmadı. Sultan Alâaddin karganmış kâfirlerin ülkesine geldi. Gerektiğinde, Er Tuğrul yiğitlik ve iş bilirlik gösterdi. Çok ulca ve tutsak ele geçirdi. O zaman Kütahya ve yöresi kâfir elinde idi. Müslüman çerisi Karaca Hisar kalesine erişip savaşa başladılar. Kalenin güney yanı Er Tuğrul’un payına düşmüştü. O yanın kâfirleri şaşırıp ne yapacaklarını bilmediler. Barış dilediler. Sultan razı olmuyordu. Fakat birden Tatar yine yağı olup and bozdu ve İslâm ülkesini yağma edip “Müslümanların çoluk çocuğunu tutsak etti ve Müslümanlara yakışmayacak nice nesneleri kötü işli, aldayıcı ve kurnaz Tatarlar yaptı” diye haber erişti. Sultan bunu işitince Müslümanları, kıyıcıların kötülüğünden kurtarmağı vacip gördü. Er Tuğrul’u getirip kaftan giydirdi. Kale üzerine başbuğ dikip kendisi Tatar’a gitti. Derler ki Sultan Alâaddin o yürüyüşte Tatar taşağı derisinden bir gölgelik yapılmasını buyurdu; yaptılar. Sultan, kıyıcının kötülüğünü gidermekle uğraştı. Er Tuğrul, kâfiri bitirip yoyup öldürmeğe savaştı. Adı yüce olsun ulu Tanrı İslâm çerisini kazandırdı. Kaleyi ve ülkeyi gereğince yıkıp sonsuz ulcalar elde ettiler. Er Tuğrul oradan Söğüt’e doğru gitti. O ülkeyi de aldı. İki yıl, üç ay, dört gün Er Tuğrul kılıç vurup kâfiri sindirdi.”
 Osmanlıların yeni yurdu geleceğin belirleyici oldu. Osmanlılar burayı kışlık otlakları olarak anmışlardır. Yaylaklarının, Uludağ’ın doğusunda, Söğüt’ün güneybatısında, Karasu’nun öte kıyısında bulunan Domaniç’in yamaçlarında yer aldığı sanılıyor. Söğüt farklı iklim ve flora bölgeleri arasında bir sınır oluşturacak konumdadır. 
  Meselâ 29 km ötede bulunan Bilecik’te çok olan zeytinlikler Söğüt’te yoktur. Eski çağlarda zeytin üretiminin sınırları kırsal ortam açısından belirleyici olduğundan, Söğüt vadisinin otlak olarak kullanıldığı iddiası inandırıcıdır. Kırsal ortamı belirleyen üzüm Söğüt’te bolca vardır. Söğüt çevresi, şarabıyla değilse de üzüm turşusu (Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi’nin övdükleri sirkede bekletilmiş üzüm), pekmez ve bulamasıyla tanınıyordu (bal kıvamında koyulaştırılmış üzüm suyu). Bir başka belirleyici ise dut ağaçları ve ipek eğirme işidir. Söğüt ağacı bozkırda en kolay yetişen ağaçtır ve adı buradan gelen Söğüt kasabası, Anadolu platosundaki tarım kültürünün kuzeybatı sınırını oluşturur. Zeytin olmaması, buna karşılık üzüm ve dut ile söğütlüklerin bulunması Söğüt’ü bir geçiş alanının içine sokuyordu.
  Yaklaşık 650 m yükseklikteki Söğüt’te başlayan dik bir rampa, 148 m yükseklikteki Vezirhan ile Sakarya’nın Göksu ile karıştığı yerin yakınındaki Lefke’ye doğru iner (102 m). Burası Anadolu bozkırının kenarını oluşturan aşağı yukarı bin metre yüksekliğindeki tepelerin hemen kuzeyindedir. Yani burası coğrafi olarak uç noktadır ve bütün zenginlik güneyde değil, Sakarya ile Karasu boyunca kuzey ve kuzeybatıdadır. 53 km uzaklıkta olan Eskişehir kıtlık çekerken Söğüt vadisi çekici bir alandı. Söğüt vadisiyle Eskişehir arasındaki fark sadece arazi örtüsünden ileri gelmez, aynı zamanda jeoloji ve iklim koşullarından da kaynaklanır. Söğüt üç ayrı bölgenin sınırlarının bitiştiği yerdedir: Marmara havzası, Karadeniz bölgesi ve İç Anadolu’dur. Osmanlıları önemli kılan Söğüt’ün bu konumuydu. Eskişehir’e düşen ortalama yağış miktarı 374 mm iken, Söğüt’te düşen yıllık 630 mm yağış, Karadeniz rüzgârlarının etkisini gösterir. Bütün bunları gösterdiği şudur ki, Söğüt Eskişehir ve Bilecik’e nispetle tarım açısından uygun bir bölgedir. Söğüt, Hac Yolu diye bilinen ve Anadolu’yu bir köşegen gibi kat eden yolun üzerinde, İznik’le Eskişehir arasında uzanan alanda yer alıyordu. Bizanslıların Anadolu’ya çıkmak için Söğüt’ten ya da onu yakınından geçmek durumunda olmaları, stratejik değerini gösteriyordu. Söğüt sonradan İstanbul’u Konya’ya bağlayacak olan anayolun üzerindeydi. Üsküdar’dan at ile başlayan yolculuk Kartal, Pendik, Gebze, Hersek, Kız Derbent, İznik, Lefke, Vezirhan üzerinden 40 saatte Söğüt’ varıyordu. Söğüt Eskişehir arası yaklaşık 8 saat tutuyordu.
 Marmara’dan gelerek Anadolu platosuna çıkmak isteyen tacirler, hacılar, askerler ve köylüler ya Söğüt çevresindeki kışlık otlaklardan geçerek, ya da kışlak ile yaylak arasındaki yolu kat etmek veya Domaniç yaylasından geçerek yolculuk ettiklerinden, Osmanlı yurdu olan yerlerden geçmek zorundaydılar. İstanbul ile platoda yer alan Selçuklular arasında kurulan ticaret bağlarının 4. Haçlı Seferi öncesinde arttığı bilinmektedir. Bütün yolların hepsi Eskişehir’in batısında ve Söğüt’ün hemen güneyinde bulunan bir noktada düğümleniyordu. Burası Osmanlı’nın ulaşım alanı içindeydi ve aynı zamanda burası 1. Haçlı Seferi askerlerine Anadolu’nun yolunu açan 1097 savaşının yer aldığı, buna karşılık 2. Haçlı Seferi’ne katılan Germen askerlerinin daha ilerisine gidemedikleri noktaydı. Burası 1921 yılının Ocak ve Mart aylarında, Türk kuvvetlerinin Yunan ilerleyişini durdurdukları stratejik noktadır. 
Velhasıl otağın kurulduğu mekân, hem tarımsal ürün için yerleşik hayata tutunmanın zeminini hem de askeri güvenlik açısından stratejik boğazın tutulmasını sağlamıştır.
 Coğrafya kaderi belirler…