Sosyal medya kullanımını en aza indirdiğim son iki hafta kitap çalışmam açısından çok verimli geçti ve bitmek üzere. Ne mi yazıyorum?

Aradığım, bugünün problemlerine bir çözüm ve geleceğe hazırlık anlamında öngörüye dayanan bir yol haritasıdır. Bulmak için yola çıktım. Her arayanın bulamadığını biliyorum. Ama bulanlar yola çıkanlarmış. Bulduğumu zannettiğim şeyin mutlak hakikat olamayacağının da bilincindeyim. Anlatacağım doğal olarak kendi hikâyem. Arayışın ideolojiye dönüşerek belirim kazanacağını umduğum kutlu bir yolun hikâyesi…

Yol haritasının kostümü ideolojidir. Ama hangi ideoloji? Düne ait olanlar değil elbette, çünkü mutlak’ı ifade edemeyeceğini bildiğim ideolojiler tarihseldir; zaman ve mekân bağımlıdır. Dün dünde kaldı cancağızım, diyen arifler gibi bugün yeni şeyler söylemek lâzım.

Okuyarak hatta ezberleyerek teorik laflar etmek kolaydır. Başkaları başka zamanlarda karşılaştıkları problemleri aşabilmek için yola önce soru sorarak çıkmışlar ki böylece hem aradıkları çözüme ulaşmayı ummuşlar hem de ideolojilerini oluşturmuşlar. Bu ideolojiler onlar için kâh çare olmuş kâh cefa. Peki, dünün daha çok Batı kaynaklı ideolojilerinin bizim bugünkü derdimize ilaç olma şansı olabilir mi? Olmadığını, olamayacağını uzun yıllar içinde tecrübe ettik. Başkasının kendi sorusuna verdiği cevapta senin kendi derdine karşılık bulmayı umman uzun yılların hezeyanı!

Ülkemizin kaderi özellikle 1980’den bu yana rüzgâr önünde savrulmak; rotasız, hedefsiz, şuursuz… Kapitalizmin elma şekeriyle oyalanıyoruz. Geçici ve aldatıcı bolluk günleri kısa sürüyor. Sıkıştıkça iç siyasetin alternatif aktörlerine sarılıyoruz. Sözde çözümlerle debelenip boğulan siyasetin bir ideolojiye ihtiyacı yok mu? Kutlu bir ideolojiye, Türk’ün ideolojisine…

‘Elbette var.’ deyince bütün yanılmaları, yanlışlanma ihtimallerini göze alarak cesaretle başlamak gerektiği kanaatindeyim. İhtiyacımız olan, bizim problemlerimiz üzerine inşa edilecek, bizim sorularımıza cevap olabilecek, kuşatılmış gerçekliğimizden sıyrılacak, bilimle uyumlu yeni bir söz.

Daha işin başında şöyle bir eleştiriye muhatap olabiliriz; “Binlerce yıllık tarihi olan bir milletin söylenmiş onca sözü bugüne hitap etmiyor mu ki yenisini arıyoruz?”

Dile gelmiş onca söz, Türk milletini var etmiş, muktedir kılmış. Ama söz tarihsel. Sözü güçlü kılan özü. Yeni bir söz de güçlü olacaksa kıymetini öz’den alacak. O halde söylenmiş sözlerimizin referans kaynağı olan öz’e vakıf olmamızı zorunlu kıldığı da bir gerçek. Değişen dünyada değişmeyeni veya çok az değişeni bulmak ve bilmek, belki de değişmeyenin yokluğu ile değişimin sürekliliğini kavramak bugünün fotoğrafını çekmektir. Kısacası geleceği öngörebilmenin iki ön şartı vardır; dünü anlamak, bugünü bilmek.

Başlangıcı soruyla yapmak lâzım dedim. Birbiriyle ilintili ama muhatapları farklı o kadar çok problemimiz var ki! Herkes kendi denizinde boğuluyor. Eski dönemlerin şansı, filozof dedin mi neredeyse bütün ilimleri kucaklayabilen kişi akla gelirmiş. Bilimler çoğaldı, ayrıştı. Uzmanlıklar derinleşti ama sınırları daraldı. Çare, hayatın içindeki bir problemden hareketle bütüne uzanmak. Tekil olaydan tümele varmak bir yöntemdir.

Arayışa hangi tekil olaydan hareket ile başlanılmalı? Tikelden tümele uzanabilen, imkânı içinde barındıran, kucaklayıcı ama yakıcı bir problem olmalı; yakın, kapsayıcı ve kucağında bulanın çırpınışlarıyla çözmeye çalışacağı…

İşte bu yüzden başvurduğum tekil olay kendi hikâyem.

Maceram karşılaştığım bir problem için sorduğum sorularla başladı. 1999 yılında belediye başkanı seçildim. Beş ay sonra yüzyılın depremiyle imtihan olunduk. Hizmet etmek için seçildiğim şehir yıkılmıştı ve benim derdim şehri yeniden kurmaktı. İki soru vardı aklımda; geleceğin Yalova’sı nasıl olmalı ve kurum olarak Yalova Belediyesi nasıl yönetilmeli?

Bunlara verilecek öyle hazır cevaplar yoktu ve her adımdaki soruyu başka sorular takip etti. Hedefi tarif eden süslü, güzel ve kulağa hoş gelen kavramları söylemek kolaydı; mutlu bir şehir, müreffeh bir kent, rüşvetin, torpilin, partizanlığın olmadığı verimli hizmet üreten bir belediye… Karşılaştığım problemle ilgili hedefim belliydi ama nasıl olacaktı bunlar? Başkalarının bulduğu cevapları kopya ederek mi? Felsefi olarak temellendirilmemiş söylemlerle mi?

İşte kitap bağlamındaki düşünsel hikâyem de bu tecrübemin aktarımıyla başladı; tarihe, ontolojiye, kapitalizme ve ‘Dünya İnsanlık Devleti’ ülküsüne uzanarak devam etti. Gayret benden, okumak sizden, takdir Allah’tan…