İçinde bulunduğumuz Nisan ayında ağaçlar kış uykusundan uyandı. Yemyeşil yaprakları, bembeyaz ve renkli çiçekleriyle doğal yaşamın bir parçası ve canlı olduklarını sergiliyorlar. Sanki bu dünyada bizler de varız diyorlar. Acaba biz onları yeteri kadar anlayabiliyor muyuz?

Yaşlı adam bahçesindeki ağacın yanına gitti. Henüz çiçeklerinin uçlarında meyveleri küçük yumrular şeklinde belirmeye başlamıştı. Kaç yıldan beri her bahar bu olay yaşanıyordu. Sevgiyle, taktirle pütürlü gövdesini okşadı. Ellerine dokunan kabuklar sanki pamuk gibi yumuşacıktı. Ona şöyle seslendi:

“Ey gizemli ağaç, sen ne güçlü ve ne de güzelsin. Yıllardan beri denizden esen kuzey rüzgarlarına karşı koyuyorsun. Ben geldiğimde sen buradaydın. Benden daha yaşlı olmalısın. Seni sevdim. Kulübemi yanına kurdum. Gölgende oturdum. Seni çok seviyorum. Ölünceye kadar sana benden başka kimse dokunmayacak. Daima senin iyiliğin için çalışacağım.”

Hafif esen rüzgarın etkisiyle ağacın dalları sallandı ve dile geldi: “Ben diğer kardeşlerim gibi sıradan bir ağacım. Yok fazla bir farkım. Tohumu uzak yollardan gelip dinlenmek için buraya konmuş kuşlar getirip bırakmış. Sanki senin buraya geleceğini biliyorlarmış gibi. Yetiştim ben de seni bekledim. Seni seviyorum. Seviyorum da içimde bir sıkıntı var atamadığım.”

“Hayır ola neden hoşnut değilsin? Yeteri kadar bakımını yapmıyor, su vermiyor muyum? Yoksa çevrene ektiğim çiçeklerden mi şikayetçisin? Sebze bahçesinde fazla zaman harcadığımdan, onları mı kıskanıyorsun.”

“Benim endişem bunların hiçbirisi değil. Çok uzaklarda olanlara, diğer insanların yaptıklarına üzülüyorum.” Dedi ağaç ve devam etti:

“Rüzgarlar bana haberler getiriyor. Geçenlerde yol açmak için birçok kardeşimi kesip atmışlar. Daha öncede ev yapmak için şehir kıyısındaki koruları, maden aramak için dağ yamaçlarındaki ormanları yok etmişlerdi. Bazıları sırf ısınmak için bizi yakıyorlar. Dikkatsizlik sonucu çıkan ve kasıtlı çıkarılan yangınlara ne demeli.”

Ağaç esen hafif rüzgarın etkisiyle içten uğultular çıkararak ağlamaklı bir şekilde devam etti:

“içimde çok kötü duygular oluşuyor. Sayımız günden güne azalıyor. Bozkırlardan kopup gelen rüzgar, bana oralardaki ormanların küçüle küçüle bittiğini söyledi. Böyle giderse tüm ülke çöle dönüşecek.”

Ağacın sözleri yaşlı adamı çok etkilemişti. Bunları daha önce görüp düşünemediği için  üzüldü.

“Bütün bunlardan kim sorumlu? Kimler böyle kötü şeyleri yapmaya kalkışabilir?” diye bağırdı.

“Şu yukarıda öten kuş kadar akılları olmayan insanlar.” Diye yanıtladı soruyu ve ağaç devam etti. “Şimdi kendilerini güçlü sanıyorlar ama böyle giderse yakında açlığa ve susuzluğa mahmum olacaklar. Buna sebep olanın kendilerinin ve kendilerinden önceki atalarının olduğunu anlamayacaklar.”

“Korkma biz burada her şeyden uzak yaşıyoruz. İnsanlar burayı önemsemiyor. Bize zarar vermezler.”

“Sen öyle san. Elinde baltasıyla yaklaşan kötü bir adamın ayak seslerini duyuyorum.”

Adam ağacın gövdesini sıvazladı ve ayrıldı. Kulübesine girip kapıyı kapadı. Pencere önüne geçip yolu gözlemeye başladı. O da ne ileriden birisi geliyordu. Yaklaştıkça elinde baltasıyla bir adam belirdi. Ağaç doğru hissetmişti.

Adam geldi kapıyı çaldı. Üstü başı toz içinde, perişan haldeydi. Susuzluktan ağzı dili kurumuş, geldiği bozkır boyunca bir damla su bulamamış, aynı zamanda karnı da açmış. Bira su bir parça ekmek, şu ağacın gölgesinde dinlenmek için izin istedi. Yaşlı adam istediklerini verdi.

“O baltanı şu çukura at öyle git ağacın yanına” dedi.