Dinlemek konuşmakla birlikte oluşur. Her ikisinin kuralları ve incelikleri vardır. İyi bir dinleyici olamadan iyi bir konuşmacı olunmaz. Önce dinlemesini bileceksin, söyleneni anlayacaksın ki, senin de edecek bir kaç sözün olsun.
Sağlam ve doğru bilgiye dayanmayan konuşma, afakî yani dereden tepeden olur. Dinleyene bir şey vermez, kimsenin ilgisini çekmez.
Bilgi edinmenin bir yolu görmektir. Gördüğünü olduğu gibi anlatanın tanıklığı mahkemeden adil bir kararın çıkmasına yardımcı olur. Görmeyen ancak duyduklarını anlatır. Doğuştan kör birinin konuşmaları başkalarından duyduklarına ve bunlar üzerine kendi akıl ve mantığına göre yaptığı yorumlara dayanır.
Eğer bu yollardan gelen ve oluşan bilgiler gerçeklere uymuyorsa dinleyenler yanıltılmış olur. Bu koşullar altında konuşanın kesin ifadeler kullanması, ısrarcı tartışmalara girmemesi gerekir. Aksi halde saygınlığından ve inanırlığından ödün vermiş olur.
Sağır gördüklerini ve aklından geçenleri dile getirir. Başkalarının sözlerine kulak asmaz. Çünkü onları duymaz. Sağır birisiyle diyaloga giremezsiniz. O sizi anlamaz sadece bildiğini okur.
Körlük ve sağırlığı sadece bedensel olarak algılamak doğru değildir. Gördüğü halde görmeyen, duyduğu halde duymayan ama kendisini normal, beş duyusu
tam sananlar yok mu? Aslında onlar gerçek duymaz ve görmezlerden daha tehlikeli, toplumun yüz karalarıdır.
Kulağına gelenlere göre konuşan, söylediklerinin gerçek dışı olduğu somut delillerle gösterildiğinde onları görmeyen daha doğrusu görmek istemeyen, demogoji yaparak bilimsel ve daha çok siyasi polemiklere neden olanlar gören görmezlerdendirler.
Olaylara tek yönden bakıp konuşanlar, yapılan uyarılara kulaklarını tıkayıp kendinden başkasını duymayan sağır sultanlar hep yanılgı içindedirler. İşine geleni
duyup gelmeyeni duymamak başka bir sahtecilik örneği. Onlar ki böylece her fırsatı kendi çıkarları için kullanırlar. Foyaları açığa çıkınca da çekinmeden, utanmadan, “haberim olmadı” deyip işin içinden sıyrılmaktan çekinmezler.
Hem kör hem sağır birinin ne kadar anlamsız konuştuğunu varın siz hesaplayın. Hiç kimsenin ağzında fermuar yok ki, çekip kilit vurasın. Elbette konuşacaklar.
Ne var ki topluma karşı görevleri ve sorumlulukları olanlar acaba ne kadar görerek ve duyarak ve bilerek konuşuyorlar.
Muhteremler o kadar çok konuşma alanı var ki, daha olmadı canları istedi mi kendileri hiç yoktan bir neden bulup toplum karşısına çıkıyorlar. Mikrofon ve kamera en suskunun bile ağzını açtıran günümüzün yaygın araçları. Her köşe başında, birkaç kişinin bir arada olduğu her yerde hemen kayıda geçiyorlar.
Onları gören durur mu, dili çözülüveriyor, başlıyor konuşmaya. Kör ve sağır benzeri ve daha önce kaç yerde tekrarladığı sayısı belli olmayan incilerini dökmeye. Karşısında annesinin ninnisini kırkıncı defa dinleyen bebek misali uyutulmuş bir toplum.
Hiç bir ülke Başbakanı her gün bir şekilde çıkıp insanlara nutuk çekmez. Bizimkini tutabilene aşk olsun. Ramazan’da bari sussa hem kendi dinlense bizler de biraz kafamızı dinleyelim dedik. Ne gezer. O iftar senin bu iftar benim koştur Allah koştur. Öyle bir gün ve yerde bir tek kelimesi bile uygun olmayan konularda siyasi konuşmalar yapmak hem günah hem ayıp oluyor.