Ahmet Efendi bahçesine giderken kasabanın üç beş kilometre dışındaki bölgenin en büyük huzurevinin önünden geçerdi. Geniş bir alana kurulu tesisin giriş kapısı önünde mola verir, oradaki görevliyle sohbet ederdi.  Bazı günler iş dönüşü yorgun olduğunda arkadaşı ona hazırda olan çaydan veya soğuk su ikram ederdi.

          Kiraz yazın geldiğini belirleyen meyvelerdendir. O yıl yine dalları basmıştı. Daha çarşıya pazara düşmeden bizim Ahmet Efendi bahçesindeki ilk olgunlaşan kirazlardan küçük bir sepet topladı.

          Dönüşte huzurevinin bahçe kapısını çaldı, arkadaşına sepeti uzattı. “Sevgili kardeşim bunlar benim bağımın verdiği en güzel kirazlar, sana hediye olarak getirdim”. Adam memnuniyetini dile getirdi teşekkür etti. “Ne önemi var. Ben ne zaman kapını çalsam beni kabul ettin çayını, suyunu paylaştın. Afiyet olsun” yanıtını aldı.

          Kapı bekçisi yalnız kalınca bir süre kirazları hayranlıkla izledi. Çok güzellerdi. Doğanın verdiği böylesine harika ürünleri hak etmediğini düşündü ve onları bir başkasına verme kararına vardı.

          Aklına huzurevi müdürü geldi. Saygı değer bir kişiydi. Bütün personel ve orada bakım görenler onu çok seviyordu. Kendisine de hep yardımcı olmuş, işini kolaylaştırmıştı. Güzel sözlerle takdir etmişti.

          Müdür bu hediyeye sevinmişti. Bir gün önce hasta koğuşunu ziyaret ettiğinde bir kadın dikkatini çekmişti. Yeteri kadar yemediği için güçsüzleştiği söylenmişti. Aklına kirazları ona vermek geldi. Belki iştahını bu güzel meyveler açar, yeme isteğine tekrar kavuşurdu. Biraz mutluluk duyardı.

          Kirazlar hasta kadının odasında da fazla kalmadı. Kadın şöyle düşündü; Uzun zamandır aşçıbaşı bana yemem için özel yemekler hazırlıyor. Yedirmek için odama kadar geliyor. Ben onun iyiliklerini nasıl öderim? Kirazları ona verirsem az da olsa mutlu ederim. Yemek vakti aşçıbaşı yemeğini getirdiğinde kiraz sepetini ona verdi.

          Kirazların güzelliğinden çok etkilenen aşçı mutfağa döndü. Kısa bir süre önce işe alınan yardımcı genç, akşam yemeğinin hazırlığını yapıyordu. Çalışkan ve saygılı birine benziyordu. Aldığı hediyeyi ona vermekle onu da mutlu edeceğini, en doğrusunun da bu olduğunu düşündü.

          Genç adam sepet elinde, belkide ilk defa hediye almanın mutluluğunu yaşıyordu. O anda huzurevine geldiği ilk günü anımsadı. Kapıyı çaldığında onu karşılayan kişi, onu ne hoş karşılamıştı. Bu işi bulmasına aracı olmuştu.

 

          Akşam olmadan sepeti ona götürdü. “Bu kirazları ye, keyfine bak, çünkü zamanın çoğunu burada yalnız başına geçiriyorsun, onlar benden çok senin hakkın. Afiyet olsun”.

          Kapı görevlisi hediyenin kendisine verilmek üzere getirilmiş olduğunu anladı ve yemeye başladı. Böylece eli açık insanların oluşturdukları mutluluk çemberi kapanmış oldu.