Dedim ya asfalt yoldan sağa saparken ‘’Narlıca’’ levhasını görüp o yolu takip etmiştim ve yoldaki o çeşmeden soğuk su içmiştim. Sonra o harika şelaleyi seyre dalmışken aşağıdaki yoldan birisi ıslık çalıyordu ve iniyordum patika yoldan. O kişi ile tanışıyorduk. ‘’Bir garip yolcuyum, işte geziyorum’’ dediğimde beni süzüyordu baştan aşağı…Nerden bilecekti hiçbir gezi programı yapmayan ve kendini esen sam yeline teslim eden bir insanla karşılaşacağını…Belki de içinden şöyle diyordu: ‘’Enteresan bir adam, yoksa buralarda define mi arıyor?’’

Yutkunuyor ve soruyor: ‘’Hemşeri nerden gelip nereye gidersin?’

Ne desem ki…’’Uzaklardan, hem de çok uzaklardan geliyorum. Bu dağları, bu toprakları özlemişim, yani adına sıla hasreti de diyebilirsin. Geziyorum işte! Narlıca levhasını gördüm, bari oraya gideyim dedim. Yani benimki nerde akşam, orda sabah…Bir gezgin işte!’’

‘’Narlıca’da kimi tanırsın? Ben de ondan ilerideki Pınarbaşı köyündenim!’’

Omuzlarımı silkiyorum…’’Narlıca’yı sadece levhadan tanırım, hiç gittiğim yok. İsmi ilgimi çekti, gidiyorum işte!’’

Hiç bir şey anlamamıştı dediklerimden. Vücut dilinden bunu okuyordum. Yani sanki beni ‘’şüpheli bir insan’’ sınıfına koyuyor gibiydi. ‘’Buralardan nerdensin, hangi köydensin? Ne iş yaparsın’’ diye sorduğunda düşünüyordum. Şimdi mesleğimi söylesem adam yedi sülalesinin hastalığını bana açacak. Halbuki ben buraya kafamı boşaltmak için gelmişim. Ne desem ki acaba? ‘’Çermikliyim, Yalova’dan geliyorum. Devlet memuruyum anlayacağın!’’

‘’Devlet memuruyum’’ ifadesi elbette muğlak bir ifade idi. Bu terimi bilerek kullanmıştım. ‘’Öğretmene benziyorsun! Yani tahminim!’’

‘’Yok, öğretmen değilim, hastanedenim anlayacağın!’’

Hasta bakıcımısın diye soracak hali yok ya…Adam şeklimi şemailimi görüyor. ‘’Hastane müdürü müsün hemşerim yoksa? Bizim köyden Halit amcanın oğlu da Göller ilçesinde hastane müdürü de!’’

İçimden de diyorum ki ‘’gerçeği söyle, adamı merakta bırakma. Hastalığından bahsederse uygun bir cevap veririsin ve savuşturursun. Yani argo tabirle topu taca atarsın!’’

‘’Üroloji uzmanıyım. Biliyorsun stresli bir işimiz var. Hasta şikayeti dinlemekle insanın beyni yorulur ya…Ben de şöyle sessiz ve sakin bir beldeye gideyim de kafamı boşaltayım, dinleneyim dedim!’’ Yani adama dolaylı yoldan diyorum ki ‘’bana hastalığını falan anlatma!’’ Anladıysa elbette…

Adı Musa imiş. Vücut dili birden değişiyor…’’Ooo hocam baştan söylesene…Bende de prostat var!’’

‘’Musa bey’’ diyorum, ‘’o benim işim. Hastaneme gelirsen seninle ilgilenirim. Ben şimdi Narlıca’ya hareket edeyim!’’

Ve Narlıca’ya giriyorum. Köyün girişinde meyve ağaçlarının ortasındaki bir evin bahçesinin duvarları dışındaki çeşmeden su içiyorum. Bir banka oturuyorum ve gözüm o evde.

Musa hastalığını anlatamıyor…’’Hocam bizim köye gidelim, bu gece misafirim ol’’ dediğinde teşekkür ediyorum…’’Narlıca’ya uğrayıp akşama Cağilçe’ye dönmem lazım’’ diyorum ve vedalaşıyoruz. Ve direksiyona geçiyorum, biraz sonra köyün girişindeki ilk ev dikkatimi çekiyor. Meyve ağaçlarının ortasında bahçeli bir ev görüyorum. Susamışım, bahçe duvarının dışında bir çeşme görüyorum ve kana kana içip oradaki bir kütük üzerine oturuyorum. Adam da sırtı bana dönük halde bahçe ile uğraşıyor. Hani ıslık çalıp varlığımı ortaya koyacak halim yok ya…Canım o kadar da yüzsüz değilim yani. Hani dertler ya ‘’manda derisinden bir yüzüm yok!’’ Yüz dediğin utanır…Bir süre bekliyorum ve bu sırada köpek çıkagelip içeriden bana havladığında varlığım deşifre oluyor o an…Adam bana bakıyor bir süre…Ne diyebilirim ki! ‘’Kolay gelsin, bahçenize bereket yağsın’’ dediğimde tebessüm edip bana doğru geliyor, ama yanında da beyaz bir köpek. Hemen arabaya doğru hamle yapıyorum, ama zaten bahçe duvarı yüksek, köpek aatlayamaz. Ne olur ne olmaz diye tedbir alıyorum kendimce…’’Korkmayın, köpek zarar vermez’’ diyorsa da ben arabaya giriyorum …’’Köpek korkum vardır da’’ diyorum. Ve adam köpeği bahçe içinde bırakıp bahçe kapısından bana yöneldiğinde ben de arabadan çıkıyorum ve tokalaşıyoruz.