Müzik, tabiatın insan kulağına yansıyışının bir sanatsal yansımasıdır. İnsanoğlu ilk çağlardan itibaren duyduğu bütün sesleri taklit ederek iletişime başlamıştır. sanat dallarının pek çoğu doğadan esinlenilerek geliştirilmiştir. İlkel insanlar doğada duydukları sesleri yetenekleri vasıtasıyla taklit ederek ilk musıki çalışmalarına önderlik etmişlerdir. Daha sonraları sert cisimlerle ağaç kütüklerine vurarak, çıkardıkları müzikal seslere tempo tutmuşlardır. Bunlara ilaveten yaptıkları ritimli hareketlerle ilk dans gösterileri başlamıştır. İçgüdüsel olarak çıkan tempolu seslere insan vucudu ritimsel hareketlerle eşlik etmiştir ve ortaya sanatsal dans gösterilerinin ilk örnekleri çıkmıştır. İlkel toplumlarda başlayan bu hareketler toplu olarak yapılarak dinsel ayinler şeklini alarak gelişmiştir. İlk insanların tapınmalarının en önemli dışa vurumları bu yöntemlerle gelişmiştir.

Ritim ya da tempo dediğimiz şey, yaşamın aslında varlığını sembolize eden bir olgudur. Ritmin olduğu yer yaşamın olduğu yerdir. Zaman kavramı yaşamın en önemli öğesidir. Dün, bugün, yarın yaşamın olmazsa olmazlarıdır. Bu kavramlardan herhangi biri ya da tamamı yok olursa bir şekilde yaşam da yok olmaktadır. Aynen kalbimizin ritmi durduğunda yaşamız nasıl son buluyorsa , yaşamın ritmini oluşturan yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye ve salise yok olursa kainattmız da yok olacaktır. Evrende her şeyin bir ritmi var . Müzik içinde kullandığımız ritim, aslında saatlerimizin dakikalara bölünmüş vuruşlarından oluşturulmuş kalıplardan başka bir şey değildir.

Bilim ve sanat dünyasının doğadan alacağı pek çok şey olduğunun farkındayım. Kuşkusuz bunlardan biri de müzik ve biz müzisyenlere bu konuda önemli görevler düşüyor. Tabiat insanların en önemli ilham kaynağıdır. Bu kaynak o kadar zengindir ki almasını bilenler için içinde her türlü zenginliği taşır. Sanat ve bilim adamları her zaman bu kaynağı kullanmış ve kullanmaya devam edeceklerdir, bu kaynağın tükenmesi mümkün değildir, kainat var olduğu sürece insan yaşamı bu kaynağın en temel tüketimi olmaya devam edecektir.

İnsanoğlu doğanın bütün kaynaklarını var gücüyle kullanıp tüketmektedir ve var olan bu kaynaklar aşırı ve bilinçsiz tüketimle yok etmektedir ve yakın bir tarihte insanlık bu sebepten ötürü büyük kaoslara sürüklenecektir. Endüstriyel ve teknolojik gelişmeler bu aşırı tüketimi hızlandırmakta insan nüfusunun hızlı artışı da önlenemezse gelecek yıllar insanoğlu için mutluluk getirmeyecektir. Bu kısır döngüyü bertaraf etmenin tek yolu bilim ve sanattan geçmektedir. Bilim ve sanat insanlarının her dönemde geleceği aydınlatmaktadırlar. Doğaya zarar verecek bütün faaliyetlerden uzak durulmasını sağlayacak olanlar yine bilim sanat insanlarıdır. İnsan sevgisi doğa sevgisi bu bilinçteki insanlarda doruktadır. İnsanı aşırı tüketimden , çevresel sorunlardan uzak tutacak temel öğe de bu bilinçtir.

Yurdumuzun önemli müzik adamlarında Atilla Özdemiroğlu‘nun aşağıdaki tespitine ben de bütün kalbimle katılmaktayım. Aradığımız her şey doğada mevcut.

‘’Ben müzik alanında çözemediğim herhangi sorunla karşılaştığımda genelinde doğaya bakıyorum. O sorunun yanıtını doğada arıyorum. Doğadaki tını nasıl ,doğadaki armoniklerin yerleşimi ne şekilde diye. Çünkü doğrusunun orada olduğuna inanıyorum. Çok şaşırtıcı gelebilir ama Türk Müziğindeki ses sisteminin doğadakine çok benzediğini düşünüyorum. ‘’( Atilla Özdemiroğlu )