İslâm dinindeki kurban konusuna gelince…
Kurban Bayramı, (Büyük Bayram) olarak da bilinir. Müslümanların kurban yükümlülüğünü yerine getirerek kutladıkları bayramdır. Hicrî takvime göre Zilhicce’nin 10 uncu günü başlayarak dört gün sürer. Bayramdan bir gün önceki gün arefe günü ( yevm-i arefe) olarak adlandırılır. Bu dört günlük süre, kısa bir sevinç, neşe ve Allah’a şükran dönemidir.
İslâm inancına göre: Hazret-i İbrahim’in, Allah uğruna kurban eylemeyi kararlaştırdığı oğlunun şahsında, bütün gelecek çağların imanlı gençliğinin de aynı sonuca uğramaları mümkün iken, bağışlanmak suretiyle Cenab-ı Hakk’a, insanlığın şükran ve minnet duygularının arzı vesilesini de kapsar.
Bu bayram aynı zamanda, Ramazan Bayramı’nda da olduğu gibi, sosyal ve ekonomik yardımlaşma bakımından da Müslümanlar arası bir dayanışma, bir yakınlaşma, bir halden anlama süresi anlamına da gelmektedir.
Müslümanların birbirlerine yardım etmeleri, karşılıklı ziyaretlerde bulunmaları, hastaları arayıp sormaları, gurbette olanlara şefkat ve yakınlık göstermeleri, darda kalmışları kurtarmaları, dargınları barıştırmaları, yerine getirilmesi gereken görevlerdendir.
Allah yolunda feragat ve fedakârlığın bir örneği ve en büyük peygamberlerden biri olan Hazret-i İbrahim, ilkel toplulukların taptıkları putları kırmakla tanındığı kadar, oğlunu Allah uğrunda kurbana tam teşebbüsle de bilinir.
İbrahim Peygamber, Es-Sâffât (Ayet 100) Suresinde belirtildiği gibi, Cenab- Hakk’a yalvararak, “ Ey Rabbim, bana salihlerden bir evlât ihsan buyur, lütfeyle “ demiş ve duası kabul olunarak gerçekten salih (uslu) bir oğlu dünyaya gelmiştir.
Bu oğul büyümüş, babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince, babası, büyük bir sınava tâbi tutulmuştur.
Hazret-i İbrahim, bir gece, “ Oğlunu Allah yolunda kurban eylemekte olduğunu “ rüyasında görmüş ve oğluna, “ Yavrucuğum, rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin ?” diye sormuştur.(Sâffât/102)
Fedakârlıkta olduğu gibi, ilâhî buyruklara uymada da babasından hiç de geri kalmak istemeyen evlât, babasına şu yolda cevap vermiştir: “ Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun.”
Hazret-i İbrahim, düşüncesini uygulamak için, çocuğunu alnı üzerine yatırınca, ilahî nidâ, ona şu müjdeyi ulaştırmıştır:
“ Ey İbrahim, gördüğün rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu gerçekten çok açık bir imtihandır. Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.”
Böylece insanoğlu, Hakk’ın yeni bir lütfuna mazhar olarak ayrı bir kurtuluşa kavuşmuştur.
Denilebilir ki, Kurban Bayramı’nda, bu kurtuluşun sevinci, şükranı ve hatırası yaşanmaktadır.
Kurban, infak (yoksula ve yoksuna yardım, sahip olunandan başkalarına pay çıkarma) denen paylaşmanın çok geniş çerçevesi içinde yer alan bir yardımlaşma şeklidir.
Kurbanın da içinde yer aldığı infakta, yardımın muhatabını dikkate alarak çok değişik paylaşımlar ve katkılar işletilebilir. Önemli olan, muhtaç olana yardım ve destektir. Bu anlamda KURBAN, Allah’ın hoşnutluğuna vesile olan şey anlamındadır.
**
Bu mütevazı incelemede de görüldüğü gibi, “KURBAN” insanlık tarihi boyunca var olmuş ve çok önemsenmiş bir dinî ritüel… Bir ibadet biçiminde görülüyor.
Günümüzde İslâm dininin önde gelen isimlerinin önemli değerlendirmeleri var. Bir kaçını hatırlayalım.
Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Süleyman ATEŞ:
“…Kurban Bayramı’nda kurban kesmek Allah’ın emri değildir. Hz. İbrahim’in sünnetidir. Kevser Suresi’nde ‘Rabbin için namaz kıl, ellerini boğazına götür’ buyurmaktadır.
Burada ellerin boğaza götürülmesi namaz için başlama tekbiri almak demektir. Yoksa ‘Kurban Kes’ anlamında değildir.
Ama bazıları ayete bu anlamı yüklüyorlar. Oysa Peygamberimiz, kurban kesmenin Hz. İbrahim’in sünneti olduğunu bildirmiştir.
Ayrıca Hac Suresi’nde öteden beri mevcut uygulama anlatılmakta ve kurban keserken Allah’ın adının anılması emredilmektedir. Ayetlerin devamında da kesilen kurbanların et ve kanlarının Allah’a gitmeyeceği, Allah’a gidecek olanın gönülden bağlılık olduğu vurgulanmaktadır.” (Vatan, 26.11.2008)
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK:
“…Kuran'ın verilerine göre konuşursak, kurban bağımsız bir ibadet değil, bir sosyal yardım türüdür. Konunun özü, Hac Suresi 36-37. ayetlerde verilmiştir: ‘‘...O hayvanlar, yanları yere yaslandığı zaman onlardan yiyin; isteyen yoksulu da, istemeyen yoksulu da doyurun. Allah, o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki şükredebilesiniz. Kurbanların etleri de kanları da Allah'a asla ulaşmaz, Allah'a sizin takvanız (tanrısal iradeye ters düşmekten sakınmanız) ulaşır...’’
Bu ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, kurban kesiminde ibadet olan, kan akıtmak veya et değildir. Kurban ameliyesinde Allah'ın gözettiği, kesilen hayvandan yoksulların sağladığı yarardır. Allah'ı et ve kanla ilişkili göstermek, olaya ‘‘Kan akmalıdır, kan akmasa maksat hasıl olmaz’’ şeklinde ilkel-paganist bir mantıkla bakmak Kuran'ın asla kabul etmeyeceği bir yaklaşımdır. …Zaten kurban, Allah'ın hoşnutluğuna vesile olan şey anlamındadır ve kurban bu anlamda tüm ibadetlerin ortak adı olarak kullanılmaktadır. O halde, örneğin ameliyat parası bulamayan bir yoksula kurban eti yerine o parayı vermek, Kuran'a göre daha üstün bir ‘‘kurban’’ olacaktır. Kısacası, kurban bayramı, yoksulun ve yoksunun imkán sahiplerinin varlıklarından pay aldığı bayramdır, hayvan kesimi bayramı değil.”(Hürriyet, 2.4.1999)
Tüm inananların bayramlarının, kendi inançlarınca hayırlı ve hayırlara vesile olmasını diler; şanlı bayrağımızın özgürce dalgalandığı vatanımızın birlik ve bütünlüğünün sonsuza dek bozulmaması temennisiyle, en derin saygılarımı sunarım.