Oturmayı iş edinmişiz. Neredeyse yetmiş milyon oturuyoruz, dersek abartmış olmayız. Çocuk komşu kapısını çalıyor: "Ayşe teyze evdeyseniz annem oturmaya gelecek" Nuriye Hanım Huriye Hanıma telefon ediyor ve soruyor: "Ne yapıyorsun?" aldığı cevap "Hiç oturuyorum" ve ekliyor, "gel beraber oturalım."

Şehri dolaşın, hafta içi veya sonu fark etmez. İş saati veya dışı önemli değil. Bütün 
dinlenme yerleri tıka basa dolu. Hele sahildeki kahveler, çay bahçeleri, yaz sezonu olması nedeniyle, kendi alanlarının dışına taşıp yayaların yoluna masalarını öyle dizmişler ki, servis elemanlarına adım atacak yer kalmamış. Oturanların kimi çevreyi seyrediyor, kimi laflıyor. 

Otura otura gerdanları katmerleşenler, enseleri kalınlaşanlar, göbekleri şişenler o kadar 
çoğaldı ki. Adeta vücutlar hantal bir et yığınına döndü. Ondan sonra çeşitli kilo verme yöntemleri gündeme geliyor. Parası olan ve harcayacak yer bulamayan jimnastik salonlarına gidiyor, kimisi diyet formülleri uyguluyor. Bunları yapamayanlar ise sabah yürüyüşlerine çıkıyor. Bir iki saat yürüdükten sonra gün boyu yine oturuyor. Bu aktivitelerin hiç birisi ortaya bir artı değer çıkarmıyor. Üretici yanı yok. Milli gelire katkı sağlamıyor.

Patron, işçisi çalışsın, kendisi oturduğu yerde para kazansın ister. Adına ticaret denilen, 
Alinin külahını Veliye, Velininkini Aliye giydirerek, sırtı terlemeden vurgun yapmanın yollarına ancak beynini çalıştırırlar.
İşçinin gözü saattedir. İş bitimini özlemle gözler. O vakte kadar kenar kuytu yerlerde rölantide bekler. Eğer sorumluluk verilmemiş, belli bir yeri yoksa göze görünmemek için ayak altında dolaşmaz, bir yerlerde bir şeyler yapıyormuş gibi oturur.

Stadyumlarda, kapalı spor salonlarında binler, on binlerce kişi oturmuş seyrediyor. Sahada 
on beş yirmi kişi bir topun peşinde koşturuyor. Birbirine çalım atıyor, futbol oynuyor, basket atıyor. Bir de onca insanın oraya gelip oturmak için harcadıkları zamanı düşünün.

Bir yılda 104 gün Cumartesi, Pazar olmak üzere hafta tatili ve 12 gün de yılbaşı, milli dini 
bayram tatili var. İkisini toplarsak eder 116 bunun anlamı, bir yılın 365 gününde neredeyse yarısına yakını bir süre oturuyoruz. Bütün iş hayatı duruyor. Çalışanların yıllık izinlerini ve öğretmenlerin yaz tatilini eklerseniz neredeyse bir gün çalışıp bir gün dinleniyoruz. Gibi bir sonuç çıkıyor.

Yalnız İstanbul yollarında trafik tıkanıklığı nedeniyle sürücü koltuklarında oturup 
bekleyenlerin yitirdikleri zamanı ölçme olanağımız olsa nasıl bir rakam görürüz acaba? Buna aynı araçta yolculuk yapan işine gitmek için bekleyenlerin kayıp zamanını ve aracın durduğu yerde tükettiği yakıtı eklersek ekonomik kaybın boyutu tahminleri çok aşar.

Bir seçim dönemi boyunca, Meclis salonunda sadece oturduğu yerden parmak kaldıran, bir 
kerecik kürsüye çıkıp, yemin etmenin dışında, iki söz etmeyen sayın Milletvekillerimiz. Bunu dahi eziyet sayıp daha rahat mekanlarda oturmayı tercih edip oturuma katılmayanlara ne demeli. Önemli görüşmeler esnasında görüntülenen boş sıralar acaba onları rahatsız etmiyor mu?

Buraya kadar saydıklarımız oturmaktan pek şikayetçi olmayanlar, hatta mutlu olanlar. 
Öyleleri var ki, onlar okumuş, büyük beklentilerle üniversite bitirmiş, meslek sahibi olmuş ama hüsrana uğramış, oturup iş beklemek zorunda kalmış işsizler ordusu. Onlar boş oturmaktan sıkılan, bunalıma giren, yokluk içinde yaşam savaşı verenler.

Elektriği kesilmiş bir fabrika gibi durmuş bu hantal yapıyı harekete geçirecek bir mucize, 
bir sihirbaz değneği beklersek daha çok uykuya dalarız. Silkinip biran önce kendimize gelmenin zamanını geçirmemek gerek.