Yarın 14 Şubat Sevgililer Günü.Ben de yazının başlığını Sevgi Günü olarak attım. Bu günün sadece sevgilisi olanların günü olarak anılmasına gönlüm razı gelmiyor. Sevgili denince karşı cinsten iki kişi akla geliyor. Oysa sevgi herkesi ve herşeyi kapsar.

Varsın sevgilisi olanlar yarını kendi aralarında kutlasın. Olmayanların mutlaka sevdiği bir şeyler vardır. Yarını sevgisiz geçirmesinler. Aslında böyle bir günlük duygu alışverişlerine de pek sıcak bakmıyorum. Anneler günü, babalar günü gibi. Yılın belli bir gününde yoğunlaşan etkinlik diğer günlerde de unutulmamalı. 
Özellikle sevgi çok boyutlu, bitmeyen, yaşadıkça çoğalan bir duygu. Bu yüzden sevgisiz geçen her gün yaşanmamış demektir. Sevdiği birileri veya şeyleri olmayanlar, acaba sevmek amacıyla çevrelerine baksalar görüşleri değişmez mi ?

Yine de sevgiyi bulamamışlarsa , o zaman önce kendilerini sevmekle işe başlasınlar. Kendisini sevmeyen, kendisiyle barışık olmayan kişidir. İçsel kavgaları olandan başkalarını sevmesi beklenemez. Kişisel sorunlarını çözdükten sonra dışarıya bakmak hoşgörüyü arttırır. Pozitif gözlemlerle sevilecek pek çok şey bulunabilir.

Ancak geçen haftaki yazıda değindiğimiz gibi sevmiş olmak için önüne çıkan her şeyi sevmeye zorlanmak doğru değildir. Sevilecek kişinin o sevgiyi hak etmesi, doğru kişi olması şarttır. Sevilecek şey de kendisine zarar getirebileceklerden uzak, yarar sağlayacak nitelikleri taşımalıdır.

Kendini sevmenin de bir ölçüsü olmalıdır. Eğer aşırıya kaçılırsa kendini beğenmişlik olarak adlandırılan bir kişiliğe yönelinir. Bu da tehlikelidir. Çünkü insan ne kadar çok kendini beğenirse başkalarını sevmekte zorlanır. Böylelerinin yanındakiler yavaş yavaş ondan uzaklaşırlar. Sonuçta yalnız başına kalır.

Siyaset farklı görüş ve düşüncelerin çarpıştığı arena. Her bir taraf iktidarı ele geçirmek için karşısındakini pasifize etmeye çalışır. Elinden geleni yapar. Aralarında sevgi bağlarının varlığından söz etmek hayalden öteye geçmez.

Ne var ki, yarışın karşılıklı saygıya dayalı, etik kurallar içinde geçmesi uygar toplum olmanın gereğidir. Günümüz Türkiyesinin siyasi havası bu değerlendirmenin tamamen dışında, düşmanca davranışlarla, öfke kin ve nefret kusarcasına kirletilmektedir. İktidar kendisine karşı olan, eleştiren, kendi gibi düşünmeyen her kişi ve kesime cephe almakta, yok etmek için her türlü yola başvurmaktadır. Bunu yaparken de yasa, kural dinlememekte, ahlak dışı davranışlara çekinmeden girmektedir. 

Üst kademelerdeki bu sevgisizlik, haliyle topluma yayılmakta, bölünmeler, cepheleşmeler oluşmaktadır. Bireyler birbirlerine kuşkuyla yaklaşmakta, görüş ayrılıkları baştakilerden örnek alınarak yersiz ve gereksiz kavgalara dönüşmektedir.

Sevgiden yoksun, karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler, ortaklıklar, koalisyonlar mutlaka bir gün bir yerlerinden çatlak verir yeter ki biri diğerinin yararına dokunsun. Çünkü bunların en çok sevdikleri mal mülk ve paradır.

17 Aralık rüşvet operasyonuyla ortaya çıkan AKP-Cemaat çatışması bunun en son ve en iğrenç örneği. Yıllardan beri sessiz sedasız paylaştıkları alanlarda malı götürürlerken, nasıl olduysa biri diğerinin nasırına dokununca kıyamet koptu, ortalık toz duman oldu. Eskiden birbirlerini severmiş gibi görünenler her gün karşılıklı ağır hakaretlerle kin ve öfke kusuyorlar. Birbirlerinin gözünü oyuyorlar. 

Bunları tiksinti ile seyrederken sevgililer gününü, sevgi gününü ne kadar yaşayabilirsek kutlayalım. Ama doya doya yaşamak için öncelikle bunlardan kurtulmamız şart. Önümüzdeki fırsatları iyi değerlendirelim.