Art niyetli diğer ördek şehvetlileri o gün tuhaf bir nedenle olayların her zamankinden daha farklı gelişeceğini sezinlemişti. Mağdur, çaresiz, hayattan bıkmış ve yarı baygın yeşil başlı gövel ördek ise acilen fakülte hastanesinde tedavi altına alınmıştı. Ajanslar bildiriyordu : Ördek ciddi bir operasyondan geçmiş, zavallı bağırsakları içeri alınarak dikilmiş, hekim ameliyatın başarıyla sonuçlandığı bilgisini vermişti. Ama zaten açılan yara orada değil, tüm ördeklerin kalbinde, hayvan dostlarının ciğerlerinin tam da içerisinde idi.
Zavallı ördeğin sahibi, ördeği artık kendinden kabul edemeyeceğini sert bir dille belirtmiş, ördeğe yapılanların kendi namusunu da kirlettiği şüphesiyle, “ben ne yapayım artık bunu mundar oldu” gibilerinden birşeyler söylemiş, bu arada gazetecilerin ilgisi tecavüzcü yaratığın üzerine odaklanmıştı. Ona ne olmuştu? Para cezasıyla kurtulmuş, kenti terketmişti. Ailesi de perişandı. 4 çocuğunun uzak gelecekte de babalarının ördek mundarcısı pislik sapık olarak anılacağına dair endişeleri vardı. Üstelik eşi de isyan etmişti. Kendisini bir ördekle aldatan birine artık nasıl güvenebilirdi.
Olayı duyan pek çevreci ve hümanist Profesör Orhan Kural bey ve hayvansever Panter Emel hemen kollarına kedi sepetini taktıkları gibi Bursa’ya koşmuştu. Geceyarısı ördeğin mekanının kapılarını zorlamış, ancak bu sefer başarısızlıkla sonuçlanmış, üstelik ördeğin akıbeti hakkında da bilgi alamamışlardı. Olsundu, gazeteciler oradaydı. Fırsattan istifade ederek, “Hani nerde o hayvansever geçinen Yonca Evcimik” diyerek rakibelerine laf giydirmeyi de görevden saymışlardı. Gerçekten nerdeydi Evcimik? Böyle duyarsızlık olur muydu.
Öte yandan muhabirler iş başındaydı. Gerçek aynı saatlerde elim bir şekilde ortaya serilecekti. O ördek kesilmiş, hatta habere göre ördeğin tanıdığı tüm arkadaşları da bu toplu katliamdan kurtulmayı başaramamıştı. Belki de böylece o ördeğin eti diğer ördeklere karışacak, neyin mundar neyin helal olduğu birbirine karışacaktı. Ördeğin sahibi tüm bu olanlara daha fazla dayanamamış , kuyruk sallayan ördeğin cezasını kendi elleriyle muhtemelen kendi bıçağıyla hemencecik görüvermişti.
Memlekette daha önemli bir olay yoktu o gün.
Ne balyoz davası, ne Ergenekon, ne 1980 darbesinin yıldönümü, ne Afyon’daki patlamanın meraklı bir askerin bombayı alıp yere atması ve ne olacağını merak etmesi, ne 66 aylık miniklerin 1,5 yaş büyüklerle aynı sıraları paylaşması, ne 1980 darbesi sonrası yakalanıp 18 yıl cezaevinde yatan ‘solcu’ların işkencecileriyle ilgili söyledikleri, ne İzmir’i kimin yaktığı, ne Bingöl’de kimlerin şehit düştüğü, bunların hiçbirisi zavallı ördeğin dramını gözlerden silemedi.
Memlekette daha önemli bir olay yoktu o gün.
Zaten ördeğin başına gelenleri anlatan ilk haber de, “Bu kadarı da olmaz” diye başlamıyor muydu?
Bu kadar da olmaz, yani demek istiyor ki ‘olur da’ bu kadarı… Hani eşek, tavuk, töre cinayeti, kayıp şahıslar, cumartesi anneleri, işbirlikçi komutanlar, Hatay’da Esad yanlısı gösteriler…Her şey olurdu da, bu kadarı olmazdı. Ördeğin gözü bantlıydı.
O bant hepimizin beyinlerine yıllar boyu çekilmiş bantlardan farklı mıydı?
Ördek olayıyla yüzleştik bu şekilde.
Bizler için 27 Mayıs, 14 Şubat, 12 Eylül…
Ördekler için ise 14 Eylül var artık.
Tüm ördekler birleşin!