“Fetâ’nın hali onun aynı olunca
   Öyle biri hürdür, olmasa bile!
        Var olmayan yok iken
        Varlık vermesiyle olacaktır
 Kulun hürriyeti malul
 Özgürlük sadece ‘ol’ diyenin
       Ey hür! Muhtaç olma sakın( bir mümküne)
       Mümkünün yoksulluğu seni de zayıflatır
  O zorunludur, bak ne görürsün!
  Sen de zorunlusun, gerçek ortaya çıktı
      Onun zenginliğini bizim yoksulluğumuza kat
      Bence bu en güçlü cennetlerdendir
 Bilmelisin ki,  bize göre hürriyet, bütün yönlerden tamamen azatlığı istemek demektir. Bu durumda insan, Allah’ın dışındaki her şey olma hürriyetini elde etmiş olur. Bize göre hürriyet ise Hakkın niteliğiyle kulun niteliğini ortadan kaldırmasıdır. Bu ise Hak kulun duyması, görmesi ve bütün güçleri olduğunda gerçekleşir. Kul ancak Hakkın varlığıyla izale ettiği bu niteliklerle kuldur. Bununla birlikte söz konusu kulun varlığı sabittir. Hak, memluk olmaz. Bu durumda bu mahal, ‘hür’ olur. Çünkü bu niteliklerle nitelenmediği sürece kendiliğinden bir anlamı yoktur. Bunlar bizzat Haktır. Fakat hakkın nitelikleri onların aynı değildir. Böylelikle şahsın varlığı, ‘Ben onun duyması oldum’ sözündeki zamirin varlığıyla sabit olmuştur. Buradaki zamir (hu), kulun dış varlığıdır. Nitelik ise kulun değil, hakkın aynıdır. Böylelikle bu şahıs adına hürriyet sabit olmuştur. Öyleyse o, şanına yaraşır şekilde Hakkın aynı olan –yoksa O’ndan başka olmayan- bu niteliklerin hükümlerinin mahallidir. Hakkın niteliği ise kendi sıfatıyla değil, kendisiyledir. İşte bu şahıs kendisi bakımından odur, niteliği bakımından ise o değildir.
     Senin niteliğin madum, aynın ise zâhir
     Sen onun için evvelsin, o senin için ahir iken
Sen onun mülkü. Sen onun kulu değilsin
 Sen zorlanan değilsin, zorlayanın kendisisin
 Gerçekte Hak için ‘hür’ denilemez, fakat ‘köle değildir’ denilebilir. Çünkü Hak, zâtına ait olumlu niteliklerle değil, selbi nitelikle bilinebilir. Fakat mazharların kendilerinde zuhur eden olması bakımından Hakta bir hükmü vardır. Böylelikle, örfe göre eksiklik, tamlık ve kemal nitelikleri gibi mazharla ilişkilendirilen bütün nitelikler, Hak ile ilişkilendirilir.
   Hak var, yok başkası
   Onun zuhur eden varlığı, kulun aynı
       Ama sen yine de ‘onların aynıdır’ deme
       Sen benim dediğimi söyle, ekleme bir şey
İlahi şeriatların dilleri, bunu mecaz olarak değil, hakikat olarak dile getirmişlerdir. Teorik-akli deliller ise ilahi mertebeden böyle bir şeyi olumsuzlarlar. Şeriatlar kendisini getirdiğinde ise onların arasından derin bilginler, böyle bir şeyi tevil ederler. Bunun nedeni Hak onların görmesi olmadığı için keşiften mahrum kalmalarıdır.
   Eksikliğine rağmen fikre bağlandılar
   Ama ışığından hiç aydınlanmadılar
       Zâtını gözlerden gizleyen münezzehtir!
       Nitelikleriyle yaratıklarında izhar eden kendini   
Öyleyse ne hür var ne köle!
Artık sözleşme nerede, vaat nerede!
       Sonsuz varlık Allah’ındır
        Önceden ve sonradan!
 Bilmelisin ki, hür, şeylerin ve işlerin gemini elinde tutan kimsedir. Onlar kendisine sahip olamaz, o onlara sahiptir, onlar kendisini yönlendiremez, o onları yönlendirir. Böyle biri, iki mertebede de yoktur. Çünkü Allah ‘Bana dua edin ki size karşılık vereyim’ der. Allah bizi davet ettiğinde kendisine olumlu karşılık vermemizi istemiştir. Böylelikle hem kul hem Hak yönünden ‘yönlendirme’ gerçekleşmiştir. Kulun duası ve dileği olmasaydı, Hak ‘mücib (duaya karşılık veren)’ olmazdı, hâlbuki duaya karşılık vermek, O’nun bir niteliğidir. Öyleyse kuldan Hakta tasarrufta bulunabilme nedeni meydana gelmiştir. Kuşkusuz Haktan kulda tasarruf meydana gelmiştir –yoksa onun nedeni değil-. Bu ortaklık, Hak ile kul arasında gerçekleşmiştir. Öyleyse bu niteliğe sahip birisinden mutlak anlamda hürriyet gerçekleşmez. Gerçekte hürriyet bir varlığa sahip değildir. Çünkü (varlıklar arasındaki) görelilikler, bunu imkânsızlaştırır. Fakat hürriyetin hakikati, âlem O’ndan kendisi nedeniyle –başka bir nedenle değil- ortaya çıkmış olsa bile, Zât’ın âlemlerden müstağniliğinde bulunur. O, âlemlere muhtaç değildir ve bu nedenle hürdür. Âlem ise O’na muhtaçtır. O halde âlem köle ve kuldur. Dolayısıyla hiçbir zaman âlemdekiler hür olamaz. Uluhiyet kendilerini yükümlü tuttuğu hükümlerle –ki uluhiyet ancak bu hükümlerle zuhur edebilir- onları talep ettiğinde görelilikler ortaya çıkar. Bu durumda  ( Hak ve kul) iki tarafta da iş, birbirine bağlanır. Hürriyet ise birbirine bağlı ve göreli iki taraftan herhangi birisinde bulunmayı kabul etmez. Bu bağlamda bazı kimseler ‘Hak maruftur, dolayısıyla bilinmez’ derken bazıları ‘Hak meçhuldür, bilinmez’ diye iddia etmiştir. İşte, kolay anlaşılacak ve öğrenilebilecek şekilde hürriyet halini kısaca özetlemiş olduk.” 
*Fütûhâti Mekkiyye eserinden