Çin’de 56 etnik köken olduğu kabul edilir. 2000 yılı nüfus sayımına göre (Çin’in yapmış olduğu istatistik çalışmalar tarafsız gözlemciler açısından muteber değildir.) bunlar en kalabalıkları baştan itibaren Han (1 milyar 235 milyon), Zhuang (16 milyon), Mançu (11 milyon), Hui (10 milyon), Miao (9 milyon), Uygur (9 milyon), Tujia (8 milyon), Yi (8 milyon), Moğol (6 milyon), Tibet (6 milyon), Buyei (3 milyon), Dong (3 milyon), Yao (3 milyon) olmak üzere seçerek yazdığım Kazak (1.5 milyon), Kırgız (160 bin), Salar (105 bin), Tacik (40 bin), Bonan (17 bin), Rus (16 bin), Yugur (14 bin), Özbek (13 bin), Tatar (5 bin) ve diğerleridir. Kafkaslarda, Balkanlarda ve Türkiye gibi küçük bir coğrafyada kaç farklı kimlik bulunmaktadır. Türkler arasında dil, bölge, kültür ve kıyafet farklılıkları bile çok fazladır. Bir milyar üç yüz milyon üzerinde bir nüfusu olan Çin’de nasıl bir yapı vardır, düşündünüz mü? Dilleri, kültürleri ve kıyafetleri, duygu ve hayalleri birbirinden farklı herhalde binlerce farklı grup bulunmaktadır. Bunları her bölge, şehir ve köye giderek bizzat görmek, içlerinde yaşamak, insanlarını tanımak, kendimizi tanıtmak bizim için çok önemlidir. Çin’i tanıdıkça aslında hiçbir şey bilmediğimi idrak ediyorum. Belki gelen nesil bizleri geçecek, yalnızca bütün bir Çin’in uzmanı değil, doğru olarak her etnisite, her bölge, dil ve kültürün uzmanları olacaklardır.
Çin’de genel olarak üç din ya da öğreti bulunmaktadır. Bunlar, Taoculuk, Konfüçyüsçülük ve Budizm’dir. Taoizm’in en ünlü kurucusu ve ilk öğretmeni, hakkında çok az şey bilinen ya da hiçbir şey bilinmeyen Lao Tze’dir. İ.Ö.604’te doğduğu ve İ.Ö.532’den az zaman sonra öldüğü kabul edilmektedir. Lao-tse’nın akidesine din denilemez. Bu, bir nevi toplum felsefesidir. Bunun için bir adamın hem Konfüçyanist, hem de Taoist olması mümkündür. Lao Tze tarafından düşünüldüğü gibi, saf Taoizm, Siddhartha Gautama’nın Budizm’i gördüğü gibi, metafiziksel ve efsanevidir. Benzer şekilde, geniş ve şaşırtıcı bir hayat ve kâinat düşüncesi temeline dayanmaktadır. Başlangıçta yokluktan her şeyin ortaya çıkmasını sağlayan bir yaratıcı ve yönetici olduğunu kabul eder. Bu güç, faaliyet halindeyken, Tao olarak adlandırılır. Hareket etmeye, yaratmaya ve birliğin var olmasını sağlamaya başladığı zamandan beri bu şekilde anılmaktadır. Yani Tao önceden vardı, fakat isimsizdi ve tamamen anlaşılamazdı. Bazı yazarlara göre, o, hiçbir şey yokken bile mevcuttu.
Konfüçyüs İ.Ö. 551’de doğdu ve İ.Ö. 479 yılında öldü. Bu iki bilgenin en azından bir kere görüştükleri yönünde Çin inanışları bulunmaktadır. Fakat bu, Batılı ve Çin’li bilim adamları tarafından kabul edilmemektedir. Konfüçyüs, yazılarında Lao Tze’ye doğrudan bir hitapta bulunmaz. Konfüçyüs, Kung-fu-dse’nin (bu da “Usta Kung” anlamına gelmektedir) latinleştirilmiş halidir. Kuzeydoğu Çin’de, bugünkü kıyı taşrası Şantung’un güneybatısındaki Lu Beyliği’nde doğdu. Konfüçyüs’ün Şang Hanedanı krallarının soyundan geldiği söylenir. Diğer bir ifade ile Shang sülalesinin din adamlarından neşet eden bir ailenin oğlu idi. “Alimler”in bilmeleri gereken bilgiyi elde ettikten sonra, asil ailelerin çocuklarına ders vermeye başlamıştı. Müteaddit defalar yüksek vazifelere girmeye çalışmış, elde ettiği hizmetlerde başarı gösteremediğinden, az bir zaman çalıştıktan sonra işten uzaklaştırılmıştı. Böylece bütün ömrünce, aynı mesleğe intisap etmek isteyen ve “Ju”lara mensup olan birkaç gencin refakatiyle mütemadiyen derebeyliklerin arasında dolaşmıştır. Nihayet bu dolaşmaya son vererek doğduğu yer olan Lu’ya giderek, M.Ö. 479 yılında ölünceye kadar ders vermiştir. Hasımları, onun çok müthiş bir siyasi entrikacı olduğunu, bir derebeylikten diğerine gittiği zaman derebeylerini birbirleri aleyhine kışkırttığını ve bunu, iktidar sahibi olmak için yaptığını, iddia ederler. Bunların bir kısmının doğru olması muhtemeldir.
Konfüçyüs’ün kendini, varlığı derebeyi tabakasının varlığına bağlı olan, bir toplumun üyesi olarak saydığı çok açık görülmektedir. Onun ahlak akidesi halk tabakası içindir. Bundan dolayı çoğunlukla eski gök dinin unsurlarını, yani kuzey kavimlerinden gelen ananeleri ihtiva ediyordu. Ona göre, gök, keyfi olarak idare eden ilahi bir müstebit değil, fakat kanuniyetin tecessümüdür. Gök kendi başına hareket etmez, Tao denilen dünya kanununa göre hareket eder. Nasıl gökyüzünde güneş, ay ve yıldızlar kanunlara göre hareket ediyorlarsa, insan da dünyada bu dünya kanununun çerçevesi içinde hareket etmelidir, dünya kanununa aykırı hareket etmemelidir
Haftaya bu konuya devam edeceğiz.
Şemsettin Sami