Yalova Kent Konseyi’ni böyle bir çalıştay düzenlediği için kutluyorum.

Çalıştay’dan Yalova için olumlu güzel kararlar çıkmasını umuyorum.

Yalova’nın geleceği için hayati önem taşıyan bu konunun görüşülmekte çok geç kalındığını düşündüğümü de belirtmek isterim.

Yalova 50 binlik planın yeniden masaya yatırılması ve her şeyin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

2035 yılında 690 bin nüfusun olacağı öngörülen Yalova’da bu nüfusa yetecek fiziki yapının olmadığını söylemek zorundayım.

Sadece su konusunu ele alalım.

Şimdiki nüfusa yetiyor mu?

Mevcut sanayiye yetiyor mu?

Nüfus ve sanayinin ikiye katlanacağı öngörülen 2035 yılında yeteceğini söylemek mümkün mü?

Deprem, su baskını, katı ve sıvı atıklar, deniz kirliliği, hava kirliliği, çevre kirliliği, ekolojik yapının giderek yok olduğu bir bölgede dirençli kent sözünü etmek çok zor olsa gerek.

Hatırlayın 99 depreminde Yalova’daki en büyük, dünya devi  sanayi kuruluşunun hammaddesi olan akrilo nitril tankının vanasının dibinden kimyasal sızdı diye Taşköprü, Çiftlikköy bölgesi jandarma zoruyla boşaltılmadı mı? Beklenen olası depremde bu tanklardan birinin devrilmesi halinde bölgenin durumunun ne olabileceği hangi planda öngörülmüş.

Yalova’daki işsizliği bitireceğiz diyerek yapılan tersanelerin Yalova’ya ne kadar işsiz göçünün sebebi olduğu biliyoruz herhalde. Şimdi aynı senaryo OSB’ler için hazırlanıyor. Giden tarım toprakları ne oldu. Bu nüfus artışının getirdiği sorunlar halledilebiliyor mu. En azından su sorun konusunda ne önlem alındı.

İklim değişikliği nedeniyle her geçen gün su kıtlığı tehlikesi büyümüyor mu.

Bakınız birde  yapılan değişikliklerden sonra en son 2014 yılında onaylanan İzmit Körfezi (Kocaeli-Yalova) Bütünleşik Kıyı Alanları Planı’nında sahillerimizdeki tehditlere nasıl dikkat çekiliyor;

“TEHDİTLER 

· Körfez havzasının birinci derece deprem kuşağında olması ve büyük aktif fayların varlığı,

·  Afet konusunda hizmet veren kurumların görev alanlarında çakışmalar olması,

·  Sanayi yatırımlarının (özellikle petrol ve kimya) kentsel alanla iç içe olması,

·  Körfez deniz trafiğindeki yoğunluk ve donanma gemilerinin dar koridorlarda seyretmek zorunda oluşu, 

· İstanbul metropolünün tüm sanayiyi desantralize etme politikası yürütmesi,

·  Yoğun sanayinin getirdiği ve getirebileceği çevre kirliliği,

·  Gemi inşa sanayinin büyümesi ve dolgu taleplerinin kıyı alanları ve ekosistemler üzerindeki olumsuz baskısı, 

· Su kaynaklarını küresel ısınmanın da etkisiyle büyüme karşısında yetersiz kalma ihtimali,

·  İstanbul-Ankara-İzmir üçgeninin odak ve kavşak noktası olması nedeniyle ağır bir ulaşım yükü baskısının olması,

· Doğal kıyı alanlarıyla sulak alanların korunmasında en önemli araç olan imar planlarında yeterli çevresel tedbirin alınmamış olması, 

· Ekoloji-ekonomi dengesinin, başta İzmit Körfezi olmak üzere kurulamaması,

·  Kıyıda dolgu ve yapı mevzuatı ve prosedürünün reaktif, katılıma ve şeffaflığa olanak tanımayan bir yapıda olması, 

· Kıyıda dolgu ve yapı gerçekleşmesinin ulusal ve sektörel dengeler çevre stratejileriyle uyuşmaması,

· Sulak alanların kentsel gelişme ve sanayi kirleticileriyle ağır tehdit altında ve yok olma noktasında olması,

·  Deniz trafiğinin yoğunluğu ve kirlilik nedeniyle su ürünleri istihsalinin durma noktasına gelmesi,

·  Deniz trafiğinin yoğunluğu nedeniyle su donanmaya ait filo ve tesislerin ağır risk altında olması,

·  Petro-kimya tesislerinin varlığı nedeniyle körfezin risk altında olması.”

Peki bizim kentimiz Yalova’nın 50 binlik planları yapılırken bu planın dikkat çektiği tehditlere ve esaslara dikkat edildi mi acaba.

1999 depreminden önce 8-14 Mayıs 1998 tarihinde yapılan Yalova Kongresi’nde  uzun bir hazırlık döneminden sonra ortaya konan kentimizin planında, defalarca plan değişikliği yapıldı. Yapılmaya da devam ediliyor.

Şimdi geldiğimiz nokta da kentimizi nasıl dirençli kent haline getirmeleyiz konusunda kafa yormaya başladık.

Yaptığımız en kötü uygulama, gelecek kuşakların faydalanacağı toprak, su gibi birçok yaşamsal öğeleri biz bugünden tükettik ve tüketmeye devam ediyoruz.

Çok da karamsar olmayalım.

En azından kalanları kurtarabilecek noktadayız.

Torunlarımızı düşünmek zorunda olduğumuzu asla unutamayız….

Saygıyla.