Bu köşede her hafta Güney Asya (Hindistan) hariç genel olarak Asya kültürüne, tarihine, düşünce yapısına, ekonomisine ilişkin bilgilere ve geleceğine ilişkin öngörülere yer vereceğim.
İlk olarak Anadolu’dan bir türkünün sözleri ile başlamak istiyorum.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
…….
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse
…….
Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim 

Bu türküde ayrılığın acısını, hasretin kalplerde hasıl ettiği titremeleri hissederiz. Acizliğin ve çaresizliğin meydana getirdiği isyanı göz yaşı çağlayanlarına teslim ederiz. Bunu kendi kültürümüzden birilerinin, bizden birilerinin çektiği ıstırap olarak görür ve sahip çıkarız.

İskitlerle (M.Ö. 8. Yüzyıl – M.Ö. 3. Yüzyıl) başlayıp Hunlarla (M.Ö. 220 – M.S. 216) devam eden Orta Asya’nın göçebe halkları güneye doğru inerler, savaşırlar, yiyecek alırlar ve dönerlermiş. Kuzeyli halkların saldırılarından korunmak için Çinliler kimi zaman ipeklerle birlikte saraydan prensesleri bu göçebe halkların liderlerine verirlermiş. Yine ayrılık duygularıyla meydana gelen bu evliliklerden birindeki duygular Çinli prenses Hsi-Chin’in ağıtında dile gelir:

Halkım beni dünyanın sonuna gelin verdi.
Yabancı ülkeye yolladılar beni,
Evlenmek için Wu-sun kralıyla.
Evim bir çadır artık,
Duvarlarım keçeden.
Çiğ et ve at sütüdür aşım benim.
Sadece vatanımı düşünüyorum
Ve kalbim üzüntüyle sızlıyor:
Ah bir sarı kuğu değilim ki ben,
Bir çırpıda babamın evine uçabileyim.

Yine Çin Seddi denince aklımıza Türklerin kahramanlıkları gelir. Halbuki doğudan batıya uzanan ve 10 bin kilometrelik uzunluğa sahip bu setlerin hem kuzey hem de güney tarafında yaşanan hüzünleri hiç düşünmeyiz. İlk defa uzun setleri yaptıkları kabul edilen Qin Hanedanı (M.Ö. 221 – 206) döneminde yazılan aşağıdaki dörtlükte şarkılar ve mitler acımasızlığı hayalimizde canlandırmamıza olanak tanımakta ve ölen insanların sayısını anımsatmaktadır.

Oğlunuz varsa, yetiştirmeyin.
Kızınız varsa, kuru etle besleyin,
Görmüyor musunuz, Uzun Set
İskeletlerin üstünde yükseliyor.

Arkeologlar Han Hanedanı (M.Ö. 206 – M.S. 220) döneminde inşa edilen setlerin Qin dönemindeki kadar ızdırap ve acı dolu efsanelere kaynaklık ettiğini söylerler. Sınır garnizonlarındaki uygarlığın rahatlatıcı güvenliğinden yüzlerce kilometre uzaktaki yorucu ve perişan hayat, ağlamaklı ve şiirsel seslerde hayat bulur:

Setin güneyinde savaşıyoruz, kuzeyinde ölüyoruz;
Ölürsek, gömülmeden, yaban ellerde, cesetlerimiz kargalara yem olacak,
Süvariler ölene kadar savaşıyor, bitkin atları hızlanıp yavaşlıyor, hafif hafif kişniyorlar,
Unutulmayacaksınız, kıymetli dürüst askerler,
Şafakta yola çıkıyoruz ama akşam karanlığında geri dönmüyoruz.

Bu şiirler seddin her iki tarafında ayrılıklara, hicranlara, üzüntü ve gözyaşlarına sebep ola ola Ming Hanedanı (M.S. 1368-1644) dönemine kadar uzanırlar. Bundan sonra bizler bu satırlarda tarihin acı ve hüzünlü dünyasını bugünün sevinçli ve mutlu dünyasına dönüştürmek için gayret sarf edeceğiz. Yeniden Büyük Asya’ya uzanacak, oralarda bir yerlerde kendimizi bulacak, Anadolu’nun zenginliği ile harman edecek, beyazlı sarılı çekik gözlü akrabalarımızla tanışacağız. 

Şemsettin Sami