Ülkelerin öz sermayeleri, doğal kaynakları ve  yeraltı zenginlikleridir... Dışa bağımlılığı azaltan, kendi yağında kavrulmalarına ön ayak olan en temel iç değerleridir bunlar milletlerin...

Ülkemizin ne petrolü, ne madenleri, ne uranyum ve bor yatakları, ne kadim bir tarım deposu olması, ne de ikliminin, tarihinin, tabiatının turizm sektörü adına çekiciliği...

Türkiye'nin tabii kaynak olarak gelecek vadeden  en büyük gücü, hatta gelecekte stratejik  değer kazanacak olan su havzalarından ve akarsularından bile daha değerli sayılabilecek en önemli  tabii kaynağı genç nüfusudur... Gençlerimiz, en enerjik ve cevval cevheridir bu toprakların…

Nüfusunun % 65 kadarı 25 yaşın altında olan Türkiye, bu özelliği ile Avrupa'nın en dinamik ülkesi olmak durumundadır. Bu avantaj hiçbir AB ülkesinde yoktur. Hatta, AB ortalaması bunun tam tersi oranlardadır. Bu aslında, AB için en çekici, aynı zamanda da en korkutucu yönümüzdür…

Peki elinde, müthiş bir güç olarak, bunca gençlik potansiyeline sahip olan  bu ülke, bu en dinamik, en enerjik ve en rakipsiz tabii kaynağı için ne gibi yatırımlar yapar acaba? Bu cevherini nasıl işler? Bu kaynağının kendisine verim olarak dönebilmesi için ne gibi planları, öngörüleri, destekleri olmuştur, ya da vardır acaba bu ülkenin? Gençliğine ve geleceğine yapılmayan yatırımların verim ve  enerji kaybı hesaplanır mı acaba devlet adına, duyarlı birileri tarafından?

Oysa aynı anda hem sanatta, hem zanaatta, hem sporda, hem iktisatta, hem de bilimde, devlet, millet ve özel sektör elbirliğiyle kısır da olsa açılımlar yapılırken, açılan gediklerden neler kaçmıştır neler... Nice cevherler, hiç keşfedilmemiş kabiliyetlerini, bu ülke adına verime aktaramamışlardır.

Gençliğe 2 bayram 1 has hitabe hediye eden Atatürk'ten sonra, hangi hükümet programında genç itidallere sahip çıkılması gereği, ciddi ilkelerle, tutarlı prensiplerle, planlarla vurgulanmıştır acaba? Bunca yoğun olup da, bunca yaratıcı, bunca kabiliyetli olup da,  bunca sahipsiz, bunca geleceksiz, bunca ümitsiz bir genç kitlesi var mıdır acaba gelişmekte olan başka bir ülkenin?  Bu ülke, bundan dolayı mı her daim gelişmekte olan ülke olmuş, bir türlü gelişmiş ülke olamamıştır acaba?

Ülkenin lokomotif sektörü olan tekstil cevherlerimizden örneklerle başlayalım... Dünyaca ünlü tasarımcılarımız, modacılarımız nedense hep başka ülkelerde yetişmiştir... Atıl Kutoğlu, gençken Avusturya'da kendini yetiştireceği ortamı bulabilmiş ve orda yetişmiş, Rıfat Özbek ve Hüseyin Çağlayan'dan sonraki nesil olan Bora Aksu ve Erdem Moralıoğlu da İngiltere'de kendilerini ifade edebilmişler ve dünya vitrinlerine sıçrayabilmişlerdir... Mutlaka içerde yetişenler de vardır ama onların verimlilikleri ülke sınırlarında kalmıştır, tüm müzisyenlerimiz gibi...

Ne gariptir ki, mesela Bora Aksu'nun yeni yetiştiği zamanlar London Fashion Week'teki ilk defileleri öncesinde veya esnasında, aynı günlerde Londra'da 2 ayrı fuara katılan büyük tekstil kuruluşlarımızdan hangisinin aklına gelmiştir bu genç yeteneğimizi en azından manen desteklemek? Ya da devlet adına veya Londra'daki Türk sivil toplum kuruluşları adına, defilesini duyup da  katılan olmuş mudur? Ve işte orda da yabancılar destek olmuşlar ve sahip çıkmışlardır bir doğal kaynağımıza daha...

Peki, ülkeye hatırı sayılır bir girdisi olan bu öncü sektörde, ya da sanatın herhangi bir dalında, "ilerde bir gün kıvanırım" diye düşünüp, veya "benim ülkemin yüz akı olur" diye, ya da "yurt dışına iyi bir imaj ihraç ederim" duyarlılığı ile, onlarca istidatlı gencimizin hangisinin elinden tutulmuş, destek verilmiştir ileri gelenlerimiz tarafından? Hangileri hangi sığ gerekçelerle ve hangi vizyondan muaf vatan hainleri tarafından, devlet adına yarı yolda bırakılmışlardır? Hangi harika çocuklarımızın yerine, " hamili kart yakinimdir " arpalıkçıları nemalanmaktadır devlet imkanlarından? 

Bırakın en zor zamanlarını yaşadıkları yetişme çağlarında fonlardan yararlanma imkanı bulmalarını, acaba parladıkları günlerin öncesinde devletin veya sektörün ilgili birimlerince önceden keşfediliş motivasyonu ve manevi arkandalık şevkleri yaşamışlar mıdır ve bunun manevi desteğini görmüşler midir hiç? Ne gezer? İTKİB genç stilistler için tasarım yarışmaları açmaktadır ama burda başarılı olanları dünya vitrinlerine hazırlamak için ne gibi destekler sağlanmaktadır akabinde? Fazıl Say'ı kim yaratmıştır? Kim aşağı çekmektedir? Nice genç
sanatçımızdan Kültür Bakanlığı'mızın haberi var mıdır? 

Biz bu değerli gençlerimize ülke olarak ne verdik? Ne gibi alt yapılar sunduk? Ve başarılarından ülke sıfatıyla gurur payı çıkarmaya ne hakkımız kalır o zaman?

Biz elinden tutmayıp, dışarı kaçırdığımız cevherlerimize, sadece tırnaklarıyla kazıyıp, kendi kanatlarıyla uçtuktan sonra,  ünlü olduklarında, bundan pay çıkarmak için, geçici bir dönem sahip çıkarız devlet olarak, medya olarak, özel sektör olarak , ülke olarak, halk olarak... Ta ki magazin girdabında eritilip tüketilene kadar... O zaman cevherlerimizin kendi kendilerini yetiştirmeleri veya başka ülkelerin onlara sağladığı imkanlara yönelmeleri belki de daha hayırlıdır...

Sporda da böyledir... Dünya vitrinine çıkacak sporcu adayını tarayıp, bulup yetişmesine katkıda bulunmayız, bu tip lüks zahmetlere katlanılmaz, ama ilgili makamlara rağmen, kendi imkanları ile zar zor yetişip de yurtdışında önemli başarılara imza attıklarında, hemen kurtlara kuşlara yem ederiz ülke adına… Ya da dışarda hazır yetişmişleri devşirip, ülkeye transfer ederek, başarılarıyla övünür, kendimizi aldatırız. " İdeallerime kavuşabilmek için ülkemi terkettim" diyebilen ve buz pateni pistlerinde yıldızlaşan ilk Türk olan Tuba Karademir ile, ona yetişme imkanlarını sağlayan Kanada'nın mı, yoksa elinden kaçıran Türkiye'nin mi gurur duyma hakkı vardır?
Ya müzik sektörünün bu başıbozuk furyaları içinde, ne mümkündür dünyaca tanınan genç sanatçılar üretebilmek? Nice kaabiliyetleri olan nice gencimiz, kendisine hiçbir imkan sunulmadığı için, kendilerini dahi keşfetme imkanına haiz olamadan, ne gibi yetenekleri olabileceğini dahi bilemeden, birer sıradan tüketici gibi gelir geçerler ülke topraklarından...

Ama bu ülke onyıllardır Batı ülkelerine, imajı bozacak kesiflikte vasıfsız beşeri ihracatlar yapmıştır bol keseden, bizi her atılım alanında en çok zorlayan imaj sorunumuzun tabii kaynağı olarak...
Yolda 100 genci çevirip sorsanız, 95'i ülkemizi terketmek eğilimindedir... Bence bir ülkenin en büyük utancı bu olmalıdır... Kendisini yetiştiremeyen, üniversiteye sokamayan, soksa da diplomalı işsizler ordusu yaratan, bir kariyer ve bir gelecek vadedemeyen, işsizlikten kıvrandıran, ülkesine küstüren, bırakın yığınları, aralarından istidatlıları bile görüp elinden tutmayan gelmiş geçmiş hükümetlerin ayıpları, hebaları ve israfları değil midir bunca tabii kaynak kaybı?

Tüm doğal kaynaklarını hor kullanıp, yitirmeyi göze alabilen zihniyet ile, ülkenin enerji ihtiyacını güvenilmez komşularına emanet eden ve  en büyük tabii kaynağı olan gençlerini yok sayarak yitiren zihniyet aynı kısır ve sığ zihniyet değil midir?

Diğer yanda, her döneme mahsus vasıfsız yandaş sürüleri, her dönemde o kadar kadrolaşmışlar ve kabiliyetsiz yakınlarına imkanlar sağlamakla o kadar meşguldürler ki, gerçek yeteneklerimizin ve potansiyel gurur kaynaklarımızın keşfine ve desteklenmelerine bir türlü sıra gelmez... Kim  emek verecek? Kim zaman ayıracak? Ve hangi vizyonla, hangi bilgiyle ayırt edebilecek gelecek vadeden bir cevheri? Biri yapsa, öteki bozar.   İmam yellenirse cemaat ne yapar? 

Sonra da pis kokan aşağılık komplekslerini, dünya vitrinlerine genetik aşağılanmışlık güdüleriyle hınç alır gibi sunar, kurt filmleriyle güdümüzü bastırır ve aldatır dururuz egomuzu, dışarıya asla olumlu yansıtılamamış ülke imajından yakına yakına...