Kadir arkadaşım ailecek Mağrabaşından Küçükpazara giden yolun köşe başındaki evde otuyorlardı. O ev; mahallemizin bahçesi en büyük ve en güzel evlerinden biriydi. O evde kiracı olduklarını öğrendiğimde de kiracı olmanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Dünyam; kendi mahallemiz ve yakın bir iki mahalle ile sınırlıydı. Yine ben oturulan evlerin, oturanların olur sanırdım. Kadir arkadaşımın ailesinin bir başka kentten gelmiş olduklarını da kavramakta bu nedenle zorlanmıştım.
Kadir bize pek benzemiyordu. Bizim gibi esmer ve konuşması bizim gibi değildi. Aksansız bir dili, kumral saçları vardı ve ben Kadir arkadaşımı sevmenin ötesinde hayranlık da duyardım.
Konyalı olduklarını öğrendiğimde de çok şaşırmıştım. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa laflarını “falancalar İstanbul’a göçtü” gibi büyüklerin konuşmalarından duyardım. Konya ne ola ki… Kafamda bir yere oturtamazdım.
Kadir’in anası da farklıydı. Temiz, bakımlı ve hatta giyimi bile farklıydı. Bazan mahalleden birkaç çocuğu içeri alır, Kadir’le evin bahçesinde oynamamıza izin verirdi. Kadir bizim gibi canı istediğinde sokağa çıkamıyor, canı istediği kadar sokakta kalamıyordu. Anası ne kadar izin vermişse, bizimle ancak o kadar birlikte oluyordu.
Arada bir de sabah erken saatlerde Anası Kadir’i özenle giydirir, kendisi de giyinir, süslenir Kadir’in elinden tutar yola koyulurdu. Akşam geç saatlerde dönerlerdi.
Ben Kadir’in babasını hiç görmedim. Babası var mıydı, ne iş yapardı, eve ne zaman gelir ne zaman giderdi?... Hep merak ederdim ama sormazdım. Beki de babası yoktu. Babası yoksa nasıl geçinirler, eve kim ekmek getirirdi…
Bir gün akşam yemeği sonrası, anam gaz lambasını yaktı, duvardaki yerine astı. Babam:
Bugün Hulusi Beyin mahkemesi görülmüş, cezası belli olmuş. Mahpusta daha on sekiz ay yatacakmış. Altı ayı geçkin bir zamandır zaten yatıyordu. Bugüne kadar hanımı iyi idare etti, ama bundan sonra nasıl olacak bakalım…
Anam:
Konu komşu el verir, onları aç, sefil bırakmaz. Amma bir evin erkeği, orta direği yoksa o hanenin işi çok zor. Fatma hanım oğlunu alıp ana evine de gidebilir.
Demek Kadir’in babası varmış, adı da Hulusi, anasının adı da Fatma imiş. Ama mahpusluk ne ki? Babama sorsam kızar mı? Kadir’in babası altı aydır mahpusta yatarmış. Mahpus kötü bir yer olmalı ki, Kadir’in babasını hiç görmeyiz.
O günden sonra çok sevdiğim Kadir arkadaşıma kazla yaklaşamadım. Hele evlerinden hep uzak durdum. Sanki bir el beni o eve çekecek ve beni mahpusa götürecekmiş gibi bir ürküntü yaşıyordum. Çocuk kafamda mahpusluk, mahpus olma gibi bir korku çemberi dönüp duruyordu.
Babam eve; elinde biraz fazlaca meyve ile geldi. Yemekten sonra anama:
Yarın mahpushanede görüş varmış. Bu meyvelerden çoğunu yanına al, istersen Fatma hanımla görüşe sen de git, Hulusi beye benim de selamımı söyle. Gidemeyeceksen meyveleri Fatma hanıma ver, o götürsün.
Ben gidemem. Yüreğim dayanmaz. Adamcağız zaten iftira kurbanı. Çoluk çocuğundan aylardır ayrı mahpushanenin dört duvarı arasında ceza çeker.
Az daha unutuyordum, benim tütünden de biraz götür. “Tütünsüz, cigarasız mahpusluk çekilmez” diye söylenir. Allah yardımcıları olsun.
Anam 0 gün görüşe gitmedi ama Fatma komşumuza yemek hazırladı. Onlar görüşten gelir gelmez de sıcak sıcak evlerine ulaştırdı. Fatma hanım anama; “yarın memlekete gidip anamı da yanıma alıp geri geleceğim” demiş.
Aradan bir hafta, on gün falan geçti. Komşumuz Fatma Hanım ve arkadaşım Kadir de anneannesinin kucağında geldiler. Ben çok sevindim ama evlerine yaklaşmak beni hala ürkütüyordu. Sanki bir kocaman el beni yakalayıp mahpusa koyacak gibi düşünüyor ve korkuyordum.
Kadir’in anneannesi ak saçlı, kısa boylu çok sevecen biriydi. O geldiğinden beri; Kadir’in anası her sabah erkenden evden çıkıyor, akşamları eve elleri dolu dönüyordu. Sanki bir işte çalışıyor gibiydi. Yine bir akşam yemek sonrası anam babama;
Fatma Hanım Muhasebe mi ne, öyle bir yer açmış. Esnafın, şirketlerin defterini tutarmış. Ben bilmezdim, yüksek mektepler bitirmiş, kolunda sağlam altın bileziği varmış. Anası evde çocuğa bakıyor, o da erkek gibi çalışıyor. Kimseye muhtaç değiller.
Hulusi Bey de devlette o işlere bakardı. Mahpusluk bitince o da hanımıyla bir olur, işi daha da büyütürler.
Günler aylar ve hatta yıllar hızla geçiyordu. Kadir’le Mağrabaşı meydanında oynuyorduk, birden bir hareketlilik oldu. Pek sık görmediğimiz bir taksi meydanda durdu. Takım elbiseli, kıravatlı bir beyefendi taksiden indi ve “Kadir, oğlum” diye selendi. Ardından Fatma Hanım taksiden indi. Kadir “baba, babacığım” diye koşmaya başladı. Kadir’in anneannesi de kapıya çıkmıştı. Tüm aile sarmaş dolaş kucaklaşıyor, toplanan konu komşu “geçmiş olsun” diyor, arada bir de alkışlıyordu.
Kadir arkadaşımın babasını bende böylece tanımış, görmüş oldum. Artık o ev beni korkutmuyordu ama mahpusluk ise hep kafamdaki korkutucu yerinde duruyordu. Zaman akıp gidiyordu. Kadir ve ben okul çağına gelmiştik. Hulusi Amca bir sabah bizi işyerine götürdü. Cumhuriyet Caddesinin en güzel yerinde, ikinci katta çok güzel masalar, koltuklar ve kendilerinin ayrı, üç çalışanın ayrı odaları vardı. Duvarlar boyunca dolaplar dosya doluydu. Hulusi Beyin masası biraz daha büyük olsa da Fatma Teyzenin de masası koltuğu çok güzel, masanın yanında da çiçekleri vardı.
Çabucak öğlen olmuştu. Hulusi amca bizi bir lokantaya götürdü, ben ilk defa bir lokantada yemek yedim ve yemekler de çok güzeldi.
Büroya döndük, Hulusi Amca kahvesini içtikten sonra:
Hadi Hanım hazırlan da çıkalım.
Hep beraber Cumhuriyet Caddesindeki şık ve ışıltılı mağazaların önünden yavaş adımlarla bakınarak yürüyorduk. Fatma Teyzenin işaret ettiği mağazaya girdik. Kadir arkadaşımın ve benim boy ve beden ölçülerimizi aldılar. Mağazadan çıkarken Kadir de ben de hem çok heyecanlı ve hem de çok sevinçliydik. Okul kıyafetlerimiz eksiksiz; ayakkabıdan çoraba, pantolondan gömleğe, siyah önlükten beyaz yakaya tas tamamdı. Oradan çıktık, yine Fatma Teyzenin götürdüğü mağazaya girdik. Çok güzel okul çantalarımız da oradan alındı.
Akşam eve sevinçle ve ellerim dolu girdim. Heyecandan ve sevinçten neler olduğunu anama anlatamıyordum. Anam alınanlara tek tek bakıp;
Hepsi de çok güzelmiş. Allah daha çok versin. Dün baban söylediydi. Oturdukları evi de satın almışlar. Sağlıkla otursunlar.