Sonbaharın kışa yakın günleriydi. Abimin pek yakın sayılmayacak komşu ilçedeki elma bahçesine ‘şöyle bir bakalım’ diye gitmiştik. Yağmur ha yağdım ha yağacağım havasında…
Genelde abim arabasını bahçenin üst tarafında bulunan, henüz tamamlanmamış evin önünde park ederdi. O gün bahçe önünde asfalt yola park etti, çünkü bahçede fazlaca kalma niyetimiz yoktu.
Yan yoldan yürüyerek bahçe kapısından girdik. Ev inşaatı bitmemiş olsa da zemin kat kullanılır durumdaydı. Abim:
“Hava biraz serin olsa da birer kahve iyi gelir” deyince hemen iki sade kahve hazırladım. Göl manzarasına karşı evin önünde oturup kahvemizi keyifle içerken “bu güller iyice yaşlandı, iyi ve kaliteli ‘pipo’ gül ağacından yapılırmış diye okudum, bizim bu güllerden de pipo yapılır mı acep” diye kendi kendine konuşuyordu. Ben; ‘gül ağacı çok farklı bir ağaç, bu gülle bir ilgisi ve yakınlığı yok’ demeye çekiniyordum. Çünkü abim iyi ve bilgili bir mühendisti.
Kahvemizi içtikten sonra göl ve asfalt tarafına doğru hafif meyilli olan bahçenin yan yol boyunca yürümeye başladık. Bahçenin yan yol ve at asfalt sınırı boyunca ağaçların tamamı ayva ve üzerleri de hala çok iri meyve doluydu.
Abim; “hısım akraba çok uzaklarda, bu meyveler dalında çürüyor, konu komşuya verelim desek pek makbule geçmiyor” diye hayıflanırken, biz yine de konu komşu için iki üç kasa ayva toplamış ve asfalta doğru yaklaşmıştık.
Bahçenin ön tarafında, abimin arabasının hemen arkasında bir araba durdu. Arabadan çoluk çocuk inip ‘hurra’ asfalt kıyısındaki ayvalara daldılar.
Abim; bunlar yol yorgunudur, ağaç dallarını da kırar, sen şu dolu olan kasayı onlara ulaştır” diyene kadar onlar tam bir talancı güruh gibi dalları kıra kıra birkaç ayvayı alarak arabalarına binip bize doğru:
“Ayıp ayıp, utanın, gözünüz doysun, biraz da emek veren mal sahibine kalsın” deyince abim sinirlendi. Zaten çok yakındık, hemen arabaya binip hızla onların önüne geçip durdurduk.
Abim; “biz o bahçenin sahibiyiz. Kardeşim ‘siz yorulmayasınız’ diye topladığımız bir kasa ayvayı size getiriyordu. Siz bize ‘hırsız’ demek istediniz, çok ayıp ettiniz” deyince genç adam çok pişkin ve arsız bir tavırla:
“O bahçenin sizin olduğuna nasıl inanalım, hadi çıkarın da tapusunu görelim” deyince abim:
“Eviniz sizin mi, kiracı mısınız? Lütfen ev sizinse tapusunu, kiracı iseniz kira kontratınızı ‘görelim derim’ de zaten gösteremezsiniz. Çünkü o tür evraklar yanda taşımaz. Sen hele arabanın bagajını açıp inde, size niyet ettiğimiz ayva kasasını koyalım…”
Yaşanan tam bir sessizlik ve tam bir mahcubiyet olsa da, abim iki küçük çocuğu yanaklarından öperek rahatlatmaya çalıştı ve “ilkbaharda erik yemeye gelin” diye de davette bulundu.