Ortadoğu, üzerinde üç dinin doğduğu, üç peygamberin gönderildiği kutsal topraklar. Altında son yılların en önemli ve güçlü enerji kaynağı olan, milyonlarca yılda oluşmuş petrolü depolamış bereketli topraklar.

Dinler, insanların ruhlarını arındırmak, manevi yönlerini geliştirmek amacıyla gelmiş, toplum içinde ahlak ve dürüstlüğü ön planda tutmuşlardır.
Petrol, yüksek alım gücü olan, sahibi olanlara geniş olanaklar sağlayan, kişilerin ve toplumun yaşam düzeyini olumlu katkılar yapan stratejik bir yer altı serveti.

Böyle bir coğrafyada yaşayan insanların huzur içinde olmaları, birbirlerini sevmeleri, mutluluğu paylaşmaları gerekmez mi? Tarihe ve günümüze baktığımızda ne yazık ki bunun böyle olmadığını görüyoruz.

Binlerce yıl öncesinden beri gerek dinler arasında gerekse aynı din içindeki ayrı guruplar arasındaki savaşlar, kavgalar hiç eksik olmamıştır. Son yüzyılda petrol, batının gelişmiş güçlü ülkelerinin dikkatini çekmiş, o toprakların hakimiyetini ele geçirmek için her türlü siyasi hatta askeri komplo teorilerini uygulamaya koymuşlardır.

Ortadoğu’daki savaşları din ve petrol savaşları olarak iki başlık altında ele alabiliriz. Suudi Kralları ve Arap Emirliklerinin başındaki şeyhler petrol kaynaklarını, işletilmesinden pazarlamasına kadar emperyalist ülkelerini kontrolüne vermişler, kendilerine düşen payla lüks yaşamlarının keyfini çıkarmaktalar. Halk ağır şeriat yasaları altında gayri medeni, özellikle kadınlar yarı özgür halde yaşamakta.

Petrolüne sahip çıkan, onu yabancılara kaptırmayan Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi diktatör ilan edilerek çıkartılan iç savaşlarla devrilmiş, yüzbinlerce sivil insan yaşamını yitirmiştir. Demokrasi getireceğim diye üstün askeri gücüyle Irak’a giren Amerika geride bölünmüş, aralarında mezhep ve etnik savaşların sürdüğü bataklıkta bırakıp çıkmaya çalışmakta. Libya’da iktidar elden ele değişmekte kurulan kukla yönetimler ülkeyi henüz birlik ve huzura kavuşturmuş değil.

Yıllardır bitmeyen ve bitecek gibi görünmeyen İsrail-Filistin savaşı. Gazze’de Batı Şeria’da çoğunlukla İslami terör örgütlerinin başrolü oynadığı Yahudi ve Müslümanlar arasındaki din kavgaları. Üç dinin, Musevilik-Hristiyanlık-Müslümanlık kutsal şehri, paylaşılamayan: Kudüs.

Bir zamanların parıltılı, renkli eğlence merkezi, modern görünümüyle Beyrut ve Lübnan, gel gör ki, buradaki Hristiyan ve Müslümanların iktidarı ele geçirme uğruna verdikleri kıyasıya savaşlar. Birçok insanın yaşamına mal olmuş geriye harabeler bırakmıştır. Halen çatışma gösteriler aralıkla aralıklarla sürmekte.
Bugün Ortadoğu yangın yeri, bataklık , fokur fokur kaynayan cadı kazanı. Suriye ve Mısır’da İslamcı Suni yönetimlerin iş başına gelme savaşları. Ön saflarda El Kaidesinden El Nusrasına, Hizbullahından hamasından Müslüman kardeşlere kadar birçok dinci terör örgütleri.

Biraz da bize bakacak olursak, çok zengin petrol yataklarımız yok. Ama eşsiz doğal yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı yeteri kadar değerlendirebilsek “iyiki petrolümüz yok dolayısıyla savaşı da yok” diyeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini ifade eden anayasanın ikinci maddesindeki ilkeler bugüne kadar önemli bir din savaşından ülkemizi uzak tuttu. Hiçbir Ortadoğu ülkesinde olmayan, insanlarının büyük çoğunluğu Müslüman olan tek örnek ülke olarak gösterilmesine neden olan o maddeyi bir daha hatırlayalım:
“Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.”

Din savaşı yok ama kıpırdamalar var. Demokrasiyi tam anlamıyla oturtmuş değiliz. Laikliği hala dinsizlik olarak algılayan çevreler ve kişiler var. Ne yazık ki, bunlardan bugünkü hükümetin içinde olanlar var. Oysa demokratik laik yönetimlerde, devlet, bütün dinlere aynı mesafededir. Her inanç sahibi devletin güvencesi altında ibadetini yapar. Din devlet işine, devlet de dinin yaşam biçimine karışmaz.

Ortadoğu’daki kavga Laiklikten ve demokrasiden yoksunluktan kaynaklanıyor. Her inanç gurubu iktidara sahip olmak ve tüm toplumu kendi inanç şekline göre yönetmek istiyor. Demokrasiyi bizdeki gibi sadece sandıkta üstünlüğü elde edip istediğini yapmak gibi algılayan Suriye’deki Mısır’daki iktidar sahipleri kargaşanın baş sorumlusu.

Cumhuriyetimizin kurucusunun “Yurtta barış, Cihanda barış” hedefi şaşmış durumda. İzlenen yanlış politikalar bölgedeki kavgaları önleyecek yerde körükler yönde oluyor. Resmen çatışan taraflardan birinin yanında olmak, maddi destek sağlamak barışa katkı sağlamadığı gibi bizi de bu bataklığa sürüklüyor.

Gerek  Mısır’dan gerekse Suriye’den “İç işlerimize karışma” uyarılarına kulak asmayıp asıp kesmekle Kasımpaşa kabadayılığı ile nereye varılacak? “Allahu Ekber” diye tekbir getirip birbirini öldürüyorlar. Her ikisi de sözde Müslüman. Siz bunların hangisini ve neini savunuyorsunuz?

Bugün Ortadoğu’da yaşamak hergünkünden zor. Geçen Cuma günü bir avuç zavallı gerizekalı çıkmış hilafet istiyor. Kim takacak senin halifeliğini?