2003–2008 ve 2009–2010 yılları olmak üzere iki ayrı dönemde Yalova Valiliği görevini başarıyla yürüten Prof. Dr. Yusuf Erbay, uzmanlık alanı olan Avrupa Topluluğu Çevre Politikası, Türk Kamu Yönetimi, Çokuluslu Şirketlerin Yönetim ve Organizasyonu, Uluslararası Çevre Faaliyetleri ve Yerel Yönetimler üzerine yaptığı çalışmalarla dikkat çekiyor. Erbay, aynı zamanda Yalova’da eğitim faaliyetleri yürüten okullara konuk olarak gençlerle buluşmalarını sürdürüyor.
Özel Yalova Birey Okulları, Yalova Bahçeşehir Koleji ve Yalova TED Koleji’nin davetini kırmayarak okullara gidip Z kuşağından öğrencilerle buluşan Prof. Dr. Erbay, “Z Kuşağına Notlar: Yeni Sürdürülebilir Liderlik Bağlamında Yeşil Liderlik” konulu söyleşilerinin sonuncusunu 26 Aralık Cuma günü saat 18:30 itibariyle “Fakülte Yeni Nesil Kütüphane”de gerçekleştirdi.
Prof. Erbay, salonu dolduran dostlarının yanı sıra söyleşinin ana odak noktası olan Z kuşağından bireylere önemli mesajlar verdi.
“Bugünün gençleri, küresel otoyol olarak adlandırılan internetin üzerine doğmuş bir kuşak”
Bugün itibariyle ciddi bir kuşak çatışması olduğunu belirterek söyleşisine başlayan Prof. Dr. Erbay, “Bu çatışma, bizden önceki kuşaklar arasındaki çatışmalardan çok daha derin bir ayrımdan kaynaklanıyor. Çünkü son derece büyük bir teknolojik gelişim dönemine denk geldik. Biz doğduğumuzda evlerimizde televizyon yoktu. Radyonun olduğu bir çağdan, normal şartlar altında belki yüzyıllar sürecek bir gelişmenin, üst üste binerek ve büyük sıçramalarla kuantum bilgisayarlarına ulaştığı bir dönemi yaşadık. Bu çağın gençleri hem dünyayı hem de Türkiye’yi algılamak zorundalar. Türkiye’nin birikimi nedir, onlara ne sunabilir? Dünyayı tanımaları için ne verebilir? Elimizdeki birikim ne ve bu gençler nasıl bir dünyaya hazırlanacaklar? Bugünün gençleri, küresel otoyol olarak adlandırılan internetin üzerine doğmuş bir kuşak. Bunlar Z kuşağı diye adlandırdığımız gençler; bu devrin, bu çağın yerlileri. Bizler ise, yani Z kuşağından önceki kuşaklar, bu çağın göçmenleriyiz. Bu devrin gerçek sahipleri, özellikle 2000’li yıllardan sonra doğan Z kuşağıdır. Elbette bu kuşakları tarih aralıklarıyla, karpuz keser gibi net çizgilerle ayırmak mümkün değil. Burada asıl mesele bir zihniyet, anlayış ve algılama farkıdır. Dünyayı yaşama biçimimize dair bir ayrışmadan söz ediyoruz. Bu nedenle, öncelikle bu dönemin anavatanı olan gençlerin ne düşündüğünü, nasıl düşündüğünü ve dünyaya nasıl baktığını irdelemek gerekir” dedi.
“Türkiye’de neredeyse herkes her şeyin uzmanı”
Dünyanın çok büyük bir dönüşüm içinde olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Erbay, “Bazı ülkelerin bugünü, bizim geleceğimiz hâline gelmiş durumda. Onlar geleceği yaşıyor. Biz ise ne yazık ki akşamları televizyonları açtığımızda kısır tartışmalarla karşılaşıyoruz. Eskiden “gazetelere bakın” derdik, şimdi “medyayı takip edin” diyoruz ama sonuç değişmiyor. Her kanalda aynı kişiler, her akşam aynı şeyleri tekrarlayan sözde uzmanlar… Türkiye’de neredeyse herkes her şeyin uzmanı. Bir gün ekonomi anlatıyorlar, ertesi gün deprem uzmanı oluyorlar. Bir de nöbetçi uzmanlar var; deprem olunca ortaya çıkıyorlar. Şapkalı, papyonlu birkaç kişi bir araya geliyor, bazen birbirleriyle çelişen şeyler söylüyorlar. Ben buna “sopalı mevlithan takımı” diyorum. Nöbetçi eczane gibi, her kanalda hazır bekliyorlar. Bundan bir şey çıkmaz. Gençler de bu tablodan bunalıyor. Zaten çoğu genç televizyon izlemiyor. Sosyal medyayla ilgileniyorlar. Peki ne yapsınlar? Dünya ile bağı olmayan, gençlerin hayatından habersiz insanların tartışmalarını izlemek onlara cazip gelmiyor” diyerek mevcut düzüne eleştiriler getirdi.
“Sadece izlemiyorlar; içerik üretiyor, dönüştürüyor ve etkileşime giriyorlar”
Dünya genelindeki Z kuşağının ortak özelliklerinden bahseden Prof. Dr. Erbay, “Bu kuşağın kimliği; içtenlik, açıklık ve özgünlük üzerine kuruludur. Önceki kuşaklara kıyasla daha içten ve samimi ilişkilere sahiptirler. İlişkilerini çoğu zaman dijital araçlarla kuruyor olsalar da, bu ilişkiler sanıldığı kadar yüzeysel değildir. Farklı kimliklere daha fazla saygı gösteriyorlar. Çok yönlü bir kimlik arayışı içindeler. Yalnızca bir ülkenin vatandaşı olmak onlara yetmiyor; aynı zamanda dünya vatandaşı olmak istiyorlar. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü değildir, küresel bir eğilimdir. Girişimci bir kuşaktan söz ediyoruz. Çoğu kendi işini kurmak istiyor. Klasik 9–5 memuriyet anlayışı onlar için cazibesini büyük ölçüde yitirmiş durumda. Dijital dünyada kendilerini rahatlıkla ifade etmek istiyorlar. Sosyal medya, onlar için yalnızca bir tüketim alanı değil; aynı zamanda üretim ve etkileşim alanıdır. Bu kuşak dijital dünyada hem üretici hem tüketici konumundadır. Sadece izlemiyorlar; içerik üretiyor, dönüştürüyor ve etkileşime giriyorlar. Bu çok önemli bir farktır. Sosyal sorumluluk, çevre bilinci ve etik değerlere önem veriyorlar. Bu etik anlayış, bizim alışık olduğumuz kalıplardan farklı olabilir; ancak kendi değer dünyaları içinde tutarlı bir etik sistemleri var. Ekonomik davranışlar konusunda son derece rasyoneller. Nereden daha ucuza alırım, nasıl dönüştürürüm, nasıl kazanç sağlarım gibi sorularla hareket ediyorlar. Bu da onları daha ekonomik odaklı bir kuşak hâline getiriyor. Sonuç olarak Z kuşağı; özgün, çok kimlikli, sorgulayıcı ve dönüştürücü bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Önceki kuşaklar arasında yaşanan çatışmalardan çok daha derin bir kuşak geriliminin yaşanması da bu büyük dönüşüm nedeniyle kaçınılmazdır” şeklinde konuştu.

“Bu kuşağa bir şeyleri dikte edemezsiniz”
Z kuşağı ile diğer kuşakların uyumlu haline getirilmesinin bir zorunluluk olduğunu belirten Prof. Dr. Erbay, “Çünkü suyu tersine akıtamayız. Dünya bu yöne doğru gidiyor ve bu gençler bu dünyada yaşayacaklar. Burada en kritik nokta şudur: Bu kuşağa bir şeyleri dikte edemezsiniz. Görünüşte uyumlu olsalar bile, özlerinde dikteye karşı duran bir yapıları vardır. Çünkü birçok konuda bizden daha fazla bilgiye erişebiliyorlar. Asıl yapılması gereken, onların kendi çözüm yollarını bulabilecekleri bir zemin hazırlamaktır. Tartışabilecekleri, üretebilecekleri, deneme-yanılma yapabilecekleri alanlar oluşturmak gerekir” ifadelerini kullandı. Z kuşağının en büyük endişelerinden birinin fırsat eşitsizliği olduğunun bilgisini veren Prof. Dr. Erbay, “Kamusal alandaki kayırmacılık, liyakat sorunları ve nepotizm, gençlerin gelecek umutlarını ciddi biçimde zedelemektedir. Bu gençler dünyayı bizden daha iyi takip ediyor; ancak aynı zamanda tedirgin ve kararsızlar. Gerçek dünya ile sanal dünya, küresel gelişmeler ile Türkiye’deki durağanlık arasında bir denge kurmaya çalışıyorlar. Z kuşağının bazı riskleri de var. Hızlı sonuç alma beklentisi, sabır gerektiren süreçlerde zorlanmalarına yol açabiliyor. Sosyal medyada beğeni ve onay mekanizmaları, aşırı bireyciliğe kayma riskini artırabiliyor. Ayrıca sanal dünyada idealize edilen hayatlarla gerçek hayat arasındaki fark, hayal kırıklıklarına neden olabiliyor. Tüm bunlar doğru şekilde yönetilmezse, bu idealize edilmiş beklentiler gençleri olumsuz bir geleceğe de sürükleyebilir” ifadelerini kullandı.
“Yeniden doğuş ancak yeni zihinlerle mümkün olabilir”
Yapılan olumlu ve olumsuz değerlendirmeler bir yana geleceğin toplumunu “Yeşil Kuşak” olarak adlandırılan z kuşağının oluşturacağına dikkat çeken Prof. Dr. Erbay, “Bu, doğal ve kaçınılmaz bir gerçekliktir. İstesek de istemesek de Z kuşağı bizim yerimize geçecektir. Dünya böyle kurulmuştur. Asıl soru şudur: Bu geçiş nasıl olacak? Dünya büyük bir yol ayrımındadır. Aslında dünya, ikinci bir Rönesans’ın eşiğindedir. Rönesans, biliyorsunuz, yeniden doğuş demektir. 13. ve 14. yüzyıllarda başlayan Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Toplumu gibi büyük dönüşümlere benzer şekilde, bugün de ikinci bir yeniden doğuşun kapısındayız. Bu kapıyı açıp karşı tarafa geçebilmek için yeni zihinlere ihtiyaç vardır. Böyle bir yeniden doğuş ancak yeni zihinlerle mümkün olabilir” dedi. Yukarıda bir amirin, altında hiyerarşik olarak sıralanmış memurların olduğu sistem geçerliliğini yitirmekte olduğunu söyleyen Prof. Dr. Erbay, “Katılımın esas olduğu, kararların paydaşlarla birlikte alındığı, şeffaf, hesap verebilir ve herkesin söz sahibi olduğu bir anlayış gelmektedir. Buna yönetişim diyoruz. Yani birlikte yönetmek. Bu insanlar ve bu insanların içinde bulunduğu teknoloji çağı, yönetişimi zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, Z kuşağının çözmesi gereken yeni sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Örneğin yapay zekânın karar alma süreçlerine katılımı ve yapay zekânın nasıl yönetileceği meselesi, önümüzdeki dönemin temel tartışma başlıklarından biri olacaktır” şeklinde konuştu.

“Bu çocuklara nasıl bir gelecek hazırlıyoruz?
Bugün X kuşağı, Y kuşağı ve Z kuşağı arasında bir nöbet devrinden söz edilebileceğini açıklan Prof. Dr. Erbay, “Bu geçişin uyumlu bir biçimde sağlanması gerekmektedir. Türkiye’nin önemli sorunlarından biri de budur. Ancak daha büyük ve hayati sorunlarımız vardır. Kim ne yapmış, kim nerede ne kullanmış, kim kimle ne yaşamış… Günlerdir bunlarla meşgulüz. Oysa asıl sormamız gereken şudur: Bu çocuklara nasıl bir gelecek hazırlıyoruz? Onları geleceğe nasıl donatacağız? Ne öğreteceğiz? Dünyayla nasıl rekabet edecekler? Televizyonlarda, sosyal medyada “Ödediğimiz vergilerle ne yapılıyor?” sorusunun ciddi biçimde tartışıldığı bir program hatırlıyor musunuz? Bu soru tartışılabilse, toplum çok daha aydınlık bir noktaya gelir. Eğitimde yaşanan ciddi sorunları konuşuyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Bunun yerine ideolojik tartışmalarla, karşılıklı suçlamalarla zaman geçiriyoruz. Gerçek meseleleri tartıştığımızda aşılması zor sorunlarla karşılaşacağımız için, yüzeysel ve palyatif konularla oyalanıyoruz. Oysa tartışmamız gereken meseleler bellidir: Geleceğe nasıl bir Türkiye, nasıl bir dünya bırakacağız? Yeni kuşaklar bu dünyaya nasıl hazırlanacak?” sorularını yöneltti.
“Dünyanın ekonomik ve teknolojik merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e doğru kaydığı açıkça görülüyor”
Küreselleşme kavramı üzerine açıklamalar yapan Prof. Dr. Erbay, “Yaklaşık 30–40 yıldır herkesin dilinde olan bu kavramın içi gerçekten ne kadar doldurulabiliyor? Sanayi devrimi nedir, nasıl başlamıştır, Endüstri 1.0’dan Endüstri 4.0’a nasıl gelinmiştir? Buhar, elektrik, dijitalleşme, nesnelerin interneti ve robotik sistemler nasıl ortaya çıkmıştır? Pandemi sonrası dünya büyük bir sarsıntı geçirmiştir. Bu sarsıntı yalnızca sağlık alanında değil; ekonomi, ticaret ve toplumsal yapı üzerinde de etkili olmuştur. “Büyük sıfırlama” olarak adlandırılan bu dönemde, dünyanın ekonomik ve teknolojik merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e doğru kaydığı açıkça görülmektedir. Küreselleşmenin yanında bir diğer temel kavram sürdürülebilirliktir. Yaklaşık 50 yıldır dünya politikalarının merkezinde olan bu kavram, bugünün ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların haklarından feragat etmemeyi ifade eder. 1972 Stockholm Konferansı’ndan, 1992 Rio Zirvesi’ne ve 2015’te kabul edilen Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na kadar bu anlayış şekillenmiştir. Bugün dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlar bu 17 amaçta açıkça tanımlanmıştır. Yoksulluğa son, sıfır açlık, sağlık ve refah, kaliteli eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, temiz suya erişim, uygun fiyatlı ve temiz enerji, insana yakışır iş, eşitsizliklerin azaltılması… Bunların her biri, dünyanın ve bizim de yaşadığımız sorunlardır” ifadelerini kullandı.

“Kentin ve kentlinin hakkına saygı duyulmayan yerde, kente ve kentliye karşı suç işlenir”
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan 11’incisin “Sürdürülebilir Şehirler ve Toplumlar” olduğunu belirten Prof. Dr. Erbay, “Sürdürülebilir şehirler ne demektir? Kentleri nasıl sürdüreceğiz? Kentler nasıl yaşayacak? Nasıl kentli olunacak? Kentin haklarına nasıl saygı duyacağız? Kentlinin haklarına nasıl saygı göstereceğiz? Kentin ve kentlinin hakkına saygı duyulmayan yerde, kente ve kentliye karşı suç işlenir. Bugün bunun cezası tartışılıyor: “kente karşı suç.” Çünkü kentlerimize karşı suç işliyoruz. İstanbul’a bakın. İstanbul’un siluetine bakın; ne demek istediğimi anlarsınız. Otuz, kırk katlı binaların Merter’den öteye doğru sıralanması ya da Kazlıçeşme’de İstanbul’un siluetini bozan o üç büyük yapı, kente karşı işlenmiş suçlardır. Kentli olmak ve sürdürülebilir şehirler yalnızca bina yapmak değildir elbette. Köyden kente göç sürecinde kontrolsüz biçimde oluşan, aslında şehir değil devasa kentler hâline gelen yerleşimlerin sorunlarını çözmek çok ciddi bir meseledir. Altyapı, ulaşım, trafik, kanalizasyon, su… Bunların tamamı planlama ister” dedi.
“Doğayı bir girdi olarak kabul eden yeşil bir üretim biçimi geliştirmek zorundayız”
Pandemi sonrasında daha çok konuşmaya başlanan bir başka kavramın da “Yeşil Yeni Düzen” olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Erbay, “Küreselleşmenin başarıları ve başarısızlıkları tartışılırken, bu amaçlar 2015 yılında yeniden tanımlandı. Ardından gelen döneme “Küreselleşme 4.0” ya da “Yeşil Yeni Düzen” adı verildi. Birleşmiş Milletler’de bu kavram ilk kez 2008 yılında gündeme geldi. Avrupa Birliği’nde 2011’den bu yana çeşitli programlarla uygulanıyor. Türkiye ise 2022 yılında, dünyada neler olup bittiğine bakarak, Ticaret Bakanlığı’nın yayımladığı bir genelgeyle bu süreci kâğıda dökmeye başladı. Oysa Yeşil Yeni Düzen 17 yıldır konuşuluyor. Türkiye’de bu konunun ciddi biçimde tartışıldığını duydunuz mu? Siyasetçilerin, akademisyenlerin, araştırmacıların gündeminde yeterince yer aldı mı? Ne yazık ki hayır. Buna bağlı olarak “yeşil yaşam biçimi” kavramı ortaya çıktı. Z kuşağının ve ondan sonraki nesillerin yaşayacağı dünya, böyle bir yaşam biçimini zorunlu kılıyor. Biz bu çağın göçmenleriyiz; onlar ise yerlileri olacaklar. Bu dünyada enerji tüketimini azaltmak, enerji türlerini değiştirmek zorundayız. Fosil yakıtlar ciddi bir sorun alanı hâline gelmiştir. Enerji meselesi, bugün dünyada yaşanan pek çok gelişmenin temelinde yer almaktadır. Doğayı bir girdi olarak kabul eden yeşil bir üretim biçimi geliştirmek zorundayız. Toprak, hava, su, maden; bunların hepsi ciddi girdilerdir. “Allah’ın verdiği su” deyip geçerseniz, bir gün susuz kalırsınız. Üretim biçimleriyle birlikte tüketim biçimlerini de değiştirmek zorundayız. Tüketim kalıplarını değiştirmek, çevreyi tahrip ederek üretmenin önüne geçmenin en önemli yollarından biridir. Elbette küreselleşen şirketlerin tüketimi nasıl körüklediğini de biliyoruz; buna karşı da dikkatli olmalıyız” şeklinde konuştu.
“Altyapısıyla, planlamasıyla, zihniyetiyle dirençli kentler inşa edilmeli”
Yeni düzende doğayı koruyucu, sürdürülebilir ve modern bir tarım anlayışına ihtiyaç olduğunu söyleyen Prof. Dr. Erbay, “Bu konu özellikle Yalova gibi bölgeler için hayati önemdedir. Çünkü burada sürdürülebilir ve dirençli kentler oluşturmak zorundayız. Dirençli kent ne demektir? Bir afetle karşı karşıya kaldığında, o afetin etkisini absorbe edebilen, aldığı önlemlerle yaşamına devam edebilen kent demektir. Bu yalnızca yapı yapmakla olmaz. Altyapısıyla, planlamasıyla, zihniyetiyle dirençli kentler inşa edilmelidir. Yeni düzende sağlık, eğitim ve çalışma alanlarında da yeni örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Burada özellikle vurgulamak istediğim bir kavram da “yeşil sürdürülebilirlik”tir. Bugün yaşayan insanlar ile gelecekte yaşayacak insanlar ve tüm canlıların ihtiyaçlarının adil bir biçimde karşılanması… Sürdürülebilirliğin tanımı artık değişmek zorundadır. Yalnızca insanı değil, tüm canlıları ve doğayı kapsayan bir anlayışa geçmeliyiz. Doğayı iki şekilde kirletiyoruz: Kirlilik (pollution) ve tükenme (contamination). Doğa kendini yenileyebilir; yeter ki ona bu fırsatı verelim. Ama belli bir eşiği aştığınızda doğanın direncini kırarsınız. Bu, yaşamın direncini kırmak demektir. Yeşil Çağ’ın yönetim anlayışı da farklıdır. Dikine hiyerarşiler yerine, katılımın, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin olduğu yönetişim anlayışı öne çıkmaktadır. Enine yapılanmalar, ortak akıl ve paylaşım esastır” ifadelerini kullandı.
“Demokratik, katılımcı ve açık bir yönetim anlayışı olmazsa olmazdır”
Söyleşiye katılan gençlere seslenerek geleceğin yeşil liderleri olacaklarını belirten Prof. Dr. Erbay, “Teknolojinin ortaya çıkardığı yeni alanlardan haberdar olmak zorundasınız. Bu alanlarda eğitim almak ve uygulama yapabilecek donanıma sahip olmak bir tercih değil, zorunluluktur. Biz teknolojiyle sonradan tanıştık; siz öyle değilsiniz. Kaçma şansınız yok. Çağdaş yaşam tarzıyla uyumlu, doğa dostu üretim ve tüketim biçimlerini savunmak zorundasınız. Doğayı tahrip eden anlayışlara karşı durmalı, insanı doğayla yeniden barıştırmalısınız. Bizden devraldığınız gelenekleri dönüştürecek, yeşille dost yeni gelenekler geliştireceksiniz. Bizden size geçen gri renkli beton geleneğini, yeşil renkli doğaya dönüştürebilecek bir yeteneğe sahip olmalısınız. Asıl söylemek istediğimiz budur. Yönetişim anlayışında takım çalışmasını benimsemeniz gerekiyor. “Ben belediye başkanıyım, emrederim; benim emrimdekiler yapar.” “Ben müdürüm, emrederim; benim emrimdekiler yapar.” Bu anlayış geçti arkadaşlar. Böyle bir devir artık yok. Geçmiş olsun. Demokratik, katılımcı ve açık bir yönetim anlayışı olmazsa olmazdır. Mesele tam olarak budur. Ancak yönetişimi savunmak kadar, yönetişimi yönetmek de ciddi bir sorun hâline gelmiştir. “Yönetim, yönetim” diyoruz ama yönetişimi kim yönetecek? İnsan yönetecek. Siz yöneteceksiniz” dedi.
“Hollywood filmlerindeki gibi robotlar mı dünyaya hâkim olacak?”
Z kuşağının etkin olacağı gelecek dünyanın bir ütopya mı yoksa distopya mı olacağı sorularını yönelten Prof. Dr. Erbay, “İnsanlık tarihi boyunca hep bir “ütopya” arayışı olmuştur: Altın Çağ, Yeni Yüzyıl, Yeni Bin Yıl… Ancak çoğu zaman bu ütopyalar bozulmuş ve yerini distopyalara bırakmıştır. Aydınlık çağlar, karanlık dönemlere dönüşebilmiştir. Peki önümüzdeki dönem ne olacak? Hollywood filmlerindeki gibi robotlar mı dünyaya hâkim olacak? Yoksa biz mi robotları yöneteceğiz? Herkesin rahat ettiği, makinelerin çalıştığı, insanların kendini geliştirdiği bir “Toplum 5.0” mı konuşacağız? Yoksa kontrolden çıkmış, çatışmalarla dolu bir karanlık dönem mi yaşayacağız? Ütopya mı, distopya mı? Hazırlamakta olduğum ikinci kitabın da ana konusu tam olarak bu. İlk kitap şu anda baskıda: Z Kuşağına Notlar. İkincisi ise bu soruya odaklanıyor. İnsanlar ve toplumlar teknolojiyi bir tehdit değil, bir yardımcı olarak görmeyi öğrenmek zorunda. Yeni yeşil kuşaklar olarak bunu başarmalısınız. Biz buna “Toplum 5.0” ya da “İnsan 5.0” diyoruz. Yapay zekâ ve robotlar, insanların yapmak istemediği ya da yapamadığı işleri üstlenecek; insan yaratıcılığı ise insanlık için çok daha verimli ve anlamlı alanlarda kullanılacak. Böylece yaşam kalitesi artacak. Sanal dünya ile gerçek dünyanın birlikte üretim yaptığı, işbirlikçi endüstrilerden söz ediyoruz. Endüstri 4.0, Endüstri 5.0… Bunlar masal değil arkadaşlar. Yeni dünya çoktan başladı” şeklinde konuştu.
“Bu topraklar, yeni bir sıçrama için sizleri bekliyor”
Z kuşağının büyük bir birikimi devralacağına dikkat çeken Prof. Dr. Erbay, “Bu toplumun, bu çağın ve bu dünyanın birikimini alarak yeni bir sıçramayı sizler gerçekleştireceksiniz. “İkinci Rönesans” olarak adlandırılan bu dönem, insanlık tarihinin en büyük sıçramasına adaydır. Peki bu değişime ayak uyduramayanlar ne olacak? Ne yazık ki ikinci, üçüncü sınıf toplumlar hâline gelecekler. Sanal dünyalarda gerçeklikten koparak yaşama lüksümüz yok. Bu topraklar, yeni bir sıçrama için sizleri bekliyor. Son olarak şunu söylemek isterim: Yeniliklere açık olmak zorundayız. Bu sözde değil, gerçekten yeniliklere açık olmak demektir. Kendimizi kendi dünyamıza kapatırsak bu süreci yönetemeyiz. Okumalısınız, araştırmalısınız, dinlemelisiniz ve şüphe etmelisiniz. Size söylenenlerden, burada konuşulanlardan bile şüphe etmelisiniz. Çünkü bilgi bugün çok hızlı ve çok kirli akıyor. Yanlış bilgiyi ayıklama yeteneğinizi geliştirmeniz şart. Yanlış yapmaktan da korkmayın. Yanlışlardan, sorulardan doğruya ulaşırız. Tartışın, eleştirin, eleştirilmekten de korkmayın. Çünkü hakikat, fikirlerin çatışmasından doğar. Ve her zaman söylediğim gibi, benim için en büyük başarı; sizlerin kafasında bir soru daha oluşturabilmektir. Çünkü cevaplar her yerde var. Asıl mesele, doğru soruyu sorabilmektir” diyerek sözlerini tamamladı.
Söyleşinin sona ermesinin ardından Fakülte Yeni Nesil Kütüphane Yöneticisi, Prof. Dr. Erbay’a teşekkür ederek çiçeğini takdim etti ve konuşmasının öğrenciler için farklı pencereler açtığını söyledi.




