Taş ocaklarından, termik santrale, milli servetimiz ormanlara;  Yalova’nın çevre adına söz konusu olan her türlü polemik noktasında,  Yalova kamuoyunda verdiği çevrecilik mücadelesiyle ön plana çıkan eski ÇEKO Başkanı, çevreci yazar Arif Ekim, çevre mücadelesinden Körfez Köprüsü, otoyol projesi Yalovalının çevre konusundaki duyarlığına, Atatürk’ün verdiği çevrecilik derslerine kadar çevreye dair ayrıntıları tüm dobralığıyla Yalova Gazetesi aracılığıyla dile getirdi.


N.İlçin-Yalova’da çevre konusunda verdiğiniz mücadelelerle bir yol açtınız, bu mücadele yolculuğunuz nasıl başladı?

A.Ekim-Ben İstanbul’da doğup büyüdüm, orada geçti gençliğim, ilgi alanlarım orda şekillendi. Yalovalıyım ama kişiliğim İstanbul’da şekillendi diyebilirim. Orada lise yıllarında aktif olarak siyasetle hem de tarihle tarihi yapılar yapılan saldırılarla ilgili çalışmalar yaptık. Benim lise yıllarımda bilgilenmek hem de engellemek amaçlı çevreyle ilgili merak ve ilgi alanı doğdu bende. Bu daha sonraki yıllarda da devam etti.

Çevre sorunlarına dünyadaki gelişmelerle ilgilenmeye 70’li yıllardan sonra da devam ettim. İstanbul Belediyesi işçi kadrosunda çalışırken de belediyecilik üzerine daha mantıklı ve rasyonel çözümcü  çalışmalarda yeraldık.Yabancı uzmanlarla çöp sorunuyla ilgili Dünya Bankası’nın projesinde çalıştık. Bakanlık hala o çöple ilgili yapılan çalışmaları kullanıyor.

Türkler’in çıkardığı çöpler gerçekten yakmaya elverişli mi konusu araştırmıştık.Islak çöp çıktığı için yakılmaya elverişli olmadığı belirlenmişti. Bendeki çevrecilik merakı ta oralardan gelen ve okumayla araştırmayla gezmeyle gelişen ve bugünlere gelen çevre bilinci ve duyarlılığı… Ormanıyla, tarım alanlarıyla, suyuyla, çevreye duyarlılık bilgiyle karışarak dünyayı ve Türkiye’yi takip ederek geldiğimiz bir süreç. Yalova’ya geldikten sonra burada da devam etti çevreyle ilgili mücadelemiz…

N.İlçin-Yalova halkının ve Yalovalı’nın çevre konusundaki duyarlılığını nasıl buluyorsunuz?

A.Ekim-Yalova müthiş bir çevre, ormanlar çok büyük bir değer Yalova için. Ancak kötü bir yönetim olunca ben bu konuya daha çok ağırlık vermeye başladım. Tek cümleyle çevre mücadelesi bilgiye dayalıdır, söylemlerle afaki söylemlerle olmaz. Balkonuna üç tane çiçek koymakla çevreci olunmaz. Betona her tarafı bulayıp yeşil yaratmaya çalışmak aptallıktan ibarettir.

Yalovalı ne tarihini ne yaşadığı yeri ne de doğanın verdiği sınırlarla ilgileniyor, ben bunu yeni söylemiyorum. Rant ön planda, bina yapmak inşaat sektörü ön planda, bu yüzden abuk subuk yapılaşma her şeyi kilitleyen bir noktaya geldi. Kuzey Anadolu Fayı 17 Ağustosu yaratan fay, 40’lı yıllardan itibaren onun çalışmalarla ortaya konmuştur. KAF haritasını ovalar zinciri olarak görürsünüz. Bu ovalar zinciri tamamen fay hareketleriyle oluşmuştur, bu ovaların hepsi verimli ovalardır. Bizans ve Osmanlı döneminde burada yerleşim yok.

Tarih boyunca bereketli topraklarıyla ön plana çıkmış Yalova. Tarımsal zenginliği olan yerleri şehirlerle donattınız, imara açtınız, doğa bütün yanlışların faturasını önünüze koyar. Bu felaket değil, dünya böyle yaratılmış, dünyayı bu kadar yaşanılası kılan dünyayı var eden bu yüzyıllardır süren hareketlerdir. Oniki bin yıllık insanlığın insan olma sebebi varsa, bu yerleşik düzene geçiş Anadolu topraklarında olmuş, uygarlık burada gelişmiş, kerpiç yapı örnekleriyle Anadolu’da gerçekleştirilmiş, bu serüvenin halkaları Anadolu’da atılmış. Roma dahil bütün mayayı Anadolu’dan almıştır. Bu konuda meraklı olan Yalovalılara Prof.Dr. Fahri Işık’ın yeni piyasaya çıkan kitabı ‘Uygarlık Anadolu’da Doğdu’ adlı eserini okumalarını tavsiye ediyorum. Son dönem arkeolojik araştırmaları makaleleri içeriyor.

N.ilçin-Yalova’da çevre konusunda yaptığınız çalışmalardan bahsedersek, geçmişten bu yana nasıl bir yol kat edildi?

A.Ekim-80’li yılların başlarında Yalovalı ormanını bilmiyor, odun deposu olarak görüyordu. Kaçak veya ruhsatlı neyse para kazanmak amaçlı görüyorlardı ormanı… Ormanın nasıl bir zenginlik olduğunu bilmiyorlardı. Mikroklima özelliğiyle önemli bir su kaynağı deposu olduğunu ve sadece ağaçtan odundan ibaret olmadığını bilmiyordu. Ben de 80’lerden başlayarak orman içinde yürüyüşler yapmaya başladım. Elmalık, Burhaniye gibi ormanlık yerlerde gözlemler yapardım. Okumaya başladım, araştırma yapıyordum. Ormanla ilgili yapılan araştırmaları okuyunca gözlerim faltaşı gibi açıldı. Yalova’da bu bilgilerin sahipsiz olduğunu gördüm.

Yalova’da siyasilerin okumuş kesimin kimsenin haberi yoktu bu araştırmalardan. Ben bir şekilde bunları nasıl gündeme getiririm diye düşündüm, ÇEKO olarak kurulan dernek Çevre Koruma ve Yaşatma Derneği, küçük gruplar halinde gençlerle çalışmaya başladık. O zaman ormanları tanıtmaya yerel gazetelerde küçük haberlerle ilgiyi çekerek, konferanslar paneller düzenledik.98 Yalova Kongresi 8 gün süren kongreyle zirve noktası oldu. Çevre ve Orman Komisyonunda aktif olarak rol aldık. Bu kongrede bir günü ormana ayırdık. Yalovayla ilgili İstanbul Üniversitesi’nden üç profesör birer tebliğ sundular. Orada çok ciddi uyarılar yapıldı, erezyon ve heyelan konusunda ne kadar riskli olduğunu  söylediler. Balaban Deresi örneğinde olduğu gibi…Samanlı Dağı ve Yalova ormanlarının bitki çeşitliliği üzerine yapılan sunumda bitki çeşitliliği bakımından da en zengin il olduğumuz ortaya kondu.

Akdeniz bitki örtüsüyle Karadeniz bitki örtüsünün evliliğinden dolayı çok zengin bir bitki örtüsüne sahiptir Yalova. Endemik  bitki türleri daha önceden de biliniyordu. Samanlı Dağları çok ilginçtir, bir tepeden diğer tepeye geçtiğinizde farklı bir bitki örtüsüne geçiyorsunuz. Burada çok dar alanda yapılan çalışmalar Samanlı Dağlarını ele vermez, daha geniş kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Sıradağların üstünde tepeden tepeye çok farklı bitkiler ve türlerle karşılarsınız. Biz geçmişte burada bir enstitü kurulması konusunda İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’ne öneride bulunmuştuk. Bizim derdimiz bu bölgenin yakından tanınmasıydı. O zaman çok farklı sonuçlar çıkabilecekti. Deprem olması ve bizim önceliklerimiz bu tür çalışmaları ötelememize neden oldu.2002 ‘den sonraki hükümete de anlattık. Ama günlük bakıldığı için ilgilenmediler. Yalova’daki rantiye Araştırma Enstitüsü’nü bile hazmedemiyor, burası Türkiye ziraatine çok katkısı olan bir yer. Orman bunların yanında lüks kalıyor.

N.İlçin- Siz sanayiye karşı mısınız, gelişen globalleşen dünyada sanayi karşı durmak mümkün mü, çevre uyumlu bir sanayi oluşumu mümkün olamaz mı?

A.Ekim-Türkiye’nin sanayileşmeye ihtiyacı var, buna itirazımız yok. Ama her coğrafyada her sanayi olmaz. İnsan kaynağı, su kaynağı, çevre göz önünde bulundurularak sanayiye karar verilmeli. Londra’da geçmişte yoğun hava kirliliğiyle iki günde bin kişi öldü. Dünya bu dersleri acı tecrübelerle gördü. ABD’de FED denilen kuruluş çevreyle ilgili bu konudaki kriterleri yükseltti. Doğal orman Avrupa’da yüzde ikilerde. Onlar bu gerçeği gördü. ABD’de çevre bilincinin yükselmesinin nedeni kanser vakalarındaki artışın ortaya çıkmasıdır. Sağlık harcamalarındaki artış onları buna sevk etti.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu, ÇED yönetmeliği bir ileri iki geri şeklinde. Yalova il olurken 128 km sahiliyle birlikte garip bir fiziki oluşum gösterdi. Depremsellik Yalova’da çok önemli, jeolojik yapısı sorunlu, ovaları yüksek gelir getiren bir durumda, Türkiye ortalamasının üstünde gelir sağlayan bir bölge. Yalova il haritası yanlış bana göre. Buraya her şeyi yerleştirme şansınız  zor, dar uzun bir kıyı şeridinden dolayı. Yalova il yapılacaksa Orhangazi, İznik, Karamürsel Yalova’ya dahil edilmeliydi. Orhangazi bize bağlı olsaydı orası sanayi için çok uygun olacaktı.

96’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı organize sanayi bölgesi  için Yalova’da  arazi arayışı için araştırma yapacaktı. Taşköprü ve Kılıç Ovası raporda yer almıştı. Yalova’da sanayi için uygun arazi yok. DPT kriterlerine göre uygun arazi yok. Yalova’da tek tük sanayi olabilir. Ama fabrikasyon anlamında, organize sanayi bölgesi için Yalova’da uygun yer yok.

N.İlçin-Yalova deprem bölgesi buna paralel olarak çevre konusundaki hassasiyetler ne olmalı, nelere dikkat edilmeli?

A.Ekim-Yalova’da elit tabaka duyarlı değil, burayı yöneten tırnak içinde elit kesim için, kısa vadeli kar peşinde olmak var. Halk çevre konusunda duyarlı, sanayi istiyor musunuz diye sorsalar halka kirli sanayi istemiyoruz derler. Kimya sanayi gibi kirli sanayi olmamalı, depremsellikte bunu gördük. Kirletici sanayi olmamalı. Tersanelerle başlayan bir süreç yaşadık. ÇED Toplantılarında çok konuştuk. KAF hattının geçtiği harita belli. Karadan geçtiği tek yer burasıdır. Kuzey Anadolu Fayının geçtiği yer üzerinde siz dolgu yaparak tersane yapıyorsunuz, bu doğru değil, yazıktır, ekonomik nedenlerle çalışmıyor, deprem olduğunda tersaneler denize gömülür.

N.İlçin-Sivil toplum kuruluşları ve çevreye dair çeşitli oluşumlar Yalova’da yeterince etkin mi, biliyorsunuz HES’ler termik santraller, çeşitli maden ocakları gibi konularda çevrecilerin girişimleriyle bazı yatırımlardan geri adım atılabiliyor.

A.Ekim-Zamanında benim de başkanlığını yaptığım ÇEKO Derneği, gerçek sivil toplum örgütüydü. Bizim çalışmalarımızla defalarca Yalova’ya müfettişler gelmişti.90’lı yılların ortasında Mimarlar Odası’ndan arkadaşımız Timur Utku gerçekten ses getiren çalışmalar yapıyordu. Paneller düzenliyordu. Şu anda Yalova’da platform adı altında var, ama gerçek anlamda sivil toplum kuruluşu yok. Kendi ilgi alanlarında bile ses çıkarmıyorlarsa, belediyeyi sanayi kuruluşlarını karşımıza almayalım diye hareket ediyorlarsa, sivil örgüt oldukları söylenemez. Böyle olduğunda sen kimseyi temsil edemezsin. Fabrikanın genel müdürlüğünü yapan birisi oda başkanı olarak hangi sanayicimizin derdine derman olacak.

N.İlçin-Yalova’da çevre denildiğinde polemik konusu olan unsurların başında  taş ocakları geliyor. Son dönemde bu konuda gösterdiğiniz tepkiler ve taşocaklarının çevreye olan etkileri konusunda neler söylersiniz?

A.Ekim-Yalova’da daha önce de açılmış taşocakları vardı, Yalova Kongresinde de taşocakları açılmaması konusunda görüş verilmiştir. Ancak son on sene içinde tersanelere dolgu malzemesi lazım denildi. Paşakent’te taşocağının fiili olarak orman arazisini ve bitki örtüsü için çıkarttığı tozlarla nasıl canına okunduğu gözler önünde. Bir taşocağı orman içerisindeyse orasının yok olması demek, birileri yeni taşocaklarının peşinde geziyor. Orman alanları içerisinde taşocağı izni verilmemelidir, kapatılmalıdır, süre verilsin kapatılması için.

Ormanları korkunç tahrip ediyoruz, oraları yarın bırakıp gidecekler, ıslah da edilmiyor. Tekrar ormana dönüşmesi yıllarca sürecek bir zamandır. Çocuklarımıza Nevada Çölü’nü hatırlatan dehşet yerler bırakıyoruz. Sadece bitki topluluklarını değil, yabani hayvanlara da zarar veriyor, bütün ekosisteme ağır kapanmayacak yaralar açıyoruz. Orman arazisi olmayan çıplak tepelerde zaten taş ocakları var, bunlar da aynı özellikte taş çıkartıyorlar, buralardan alınsın ihtiyaç. Patlatma sırasındaki tozların da insan sağlığını uzun vadede ciddi biçimde etkilediği tespit edilmiş, bu alanda ciddi akademik araştırmalar var. Sağlık Bakanlığının da burada çalışanlarla ilgilenmesi lazım.

Diğer taraftan Körfez Köprüsüyle ilgili olarak, üç kilometreyi aşkın tünelle geçiyorsunuz. O tünelden çıkacak malzeme Yalova geçişinde gerekli olacak malzeme oradan çıkabilir, uygun teknik kullanılırsa. Paşakent’ten çıkacak malzemenin aynısı oradan da çıkacak, onu kullanın. Paşakent’i de hedef seçtiler, biz de tepki gösterdik. İşverenlerin hesabı beni ilgilendirmiyor, beni ormanlar doğal yaşam ilgilendiriyor, gelecek demektir ormanlar, milli servettir. Orman demek vatan demektir.