Bayramın dördüncü günü nöbet odama geldiğimde zihnimde bir başka konu vardı ve onu yazacaktım güya. Tam bilgisayarın başına oturduğumda şu anı kitaplarına bir bakayım da bunun arkasından onu y6azayım diye düşünüyordum. Hani ‘’garip kuşun yuvasını Allah yapar derler ya…Açtığım ikl sayfada bir kurban bayramı anısı görüyordum. Evet, ben de kurban bayramı nöbetindeyim, bunu yazayım bari dedim. Mal bulmuş Mağribi gibi balıklama atladım o meslektaşımızın o anısına. İşte yazıyorum…’’KEŞKE’’ başlıklı anı…

Kurban Bayramı gelmişti. Arife günü oğlumla birlikte gidip kurbanımızı aldık, ertesi sabah da kesilmesi için kasapla anlaştık. O akşam hep bu konu konuşuldu ve yedi yaşındaki oğlumla dört yaşındaki kızım, bayramlık elbiselerini yataklarının başucuna koyup ertesi günü iple çekerek uykuya daldılar.

Sabaha karşı hastanenin telefonuyla fırladım yataktan. Beni çağırıyorlardı. Süratle ulaştım hastaneye. Kanamalı bir doğum vakası gelmişti. Ameliyathanenin hazırlanması, elemanların evlerinden toplanması…Derken ameliyattan çıktığımızda saat dokuzu geçiyordu.

Eve telefon açarak işimin bittiğini, birazdan geleceğimi söyleyip kasabı alıkoymalarını tembihledim. Hastanın ayılmasını bekliyordum ki mükerrer sezaryen dediğimiz ve mutlaka ameliyata alınması gereken başka bir hasta geldi. Narkoz teknisyeni ve ameliyat hemşiresi evlerine gittiği için yeniden çağrılması öğleyi buldu. Ameliyattan çıktığımızda, bekleyen sancılı ve kanamalı hastalarla uğraşmaya başladım. Hastalar akın akın gelmeye devam ediyorlar, ben ise yetişmeye çalışıyordum.

Akşam eve geç saatte döndüğümde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bayramlaşmak bile kısmet olmamıştı çocuklarımla. Kasaba haber gönderip ertesi sabah gelmesi için rica ettim.

Ettim ama, ertesi sabah da ezanla birlikte yine çağırıldım hastaneye. Kol sarkmasından tutun da dış gebeliğe kadar, literatürde ne varsa, sözleşmişçesine geliyordu. Bense perişan bir şekilde ‘’baayram acilciliğinin’’ bütün cefasını çekiyordum.

Eve döndüğümde çocuklar çoktan uyumuşlardı bile… Ne kurban kesebilmiş, ne de çocuklarımın bayram harçlıklarını verebilmiştim.

Üçüncü gün kurbanımızı keserken oğlumun en ufak bir isteği ve heyecanı kalmamıştı. Bayram elbisesini bile giymemişti üstelik. Ben, bahçeden etleri tepsiyle taşırken onun içeriden gelen sesiyle duraladım:

‘’Anne, babam keşke bakkal olsaymış! Bak bakkal amcalar ilk gün kurbanlarını kestiler, çocuklarıyla lunaparka bile gittiler. Biz ne zaman gideceğiz?’’

Yıllar boyu bu ve bunun gibi, babasız geçen nice günlerde, bayramlarda, pazarlarda…Çocuklarımda o kadar koptum ki, ikisi de hekim olmak istemedi. Şimdi oğlum D jeoloji mühendisi, kızım E de mütercim tercüman. İnanın hekimle evlenmeyi bile düşünmediler.