Ülkemizde vatandaşın gündelik hayatında en büyük meselesi artık siyaset tartışmaları ya da dış politika değil. Bugün en çok konuşulan şey mutfaktaki tencere, pazardaki fiyat, marketteki etiket. Çünkü en temel tüketim mallarına erişim giderek zorlaşıyor. Kısacası vatandaşın gündemi ekonomi.

Gıda fiyatlarındaki artış, son beş yılda adeta çığ gibi büyüdü. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2020’den 2025’e kadar gıda enflasyonu %300’ün üzerinde artış gösterdi. Ancak bağımsız araştırmalar bu oranların çok daha yüksek olduğunu söylüyor.

Birkaç örneği ele aldığımızda durumu çok daha iyi anlayabiliyoruz. Mesela; 2020’de 25 TL olan 5 litrelik ayçiçek yağı, bugün 400 TL’nin üzerine çıkmış durumda.

30’lu yumurta kolisi 12-13 TL’den 150 TL bandına yükseldi.

1 kg beyaz peynir 25-30 TL iken, bugün 200 TL’ye dayandı.

Kırmızı etin kilosu 50 TL’den 700 TL’ye çıktı.

Bir başka deyişle, aynı ürünleri almak için artık 8-10 kat daha fazla para ödemek gerekiyor. Asgari ücretteki artışlar bu hızın çok gerisinde kalıyor. 2020’de asgari ücretli maaşıyla 6-7 alışveriş sepeti doldurabiliyorken, bugün aynı maaş 2-3 sepeti bile dolduramıyor. Aslında problem maaş düşüklüğü ya da yüksekliği değil, alım gücünün olmaması.

TÜİK’in 2024 verilerine göre Gini katsayısı (gelir dağılımı adaletsizliği göstergesi) son 15 yılın en yüksek seviyesinde. Toplumun en zengin %20’lik kesimi toplam gelirin yaklaşık %48’ini alırken, en yoksul %20 yalnızca %6’sını paylaşabiliyor. Bu uçurum, temel tüketim mallarına erişimi en çok dar gelirli kesim için neredeyse imkânsız hale getiriyor.

Vatandaş, geçimini sağlamak için kredi kartına yükleniyor. BDDK verilerine göre bireysel kredi kartı borçları 2024’te bir önceki yıla kıyasla %120 arttı. Bu da sofraların aslında borçla döndüğünü, temel gıdaya erişimin ancak gelecekte ödenecek bedellerle sağlandığını ortaya koyuyor.

Temel tüketim yalnızca gıda değil, aynı zamanda barınma ve enerji. Ortalama kiralar 20-25 bin TL’ye dayanmış durumda. Asgari ücretin 22 bin TL olduğu bir tabloda bu, maaşın tamamının kiraya gittiği anlamına geliyor. Elektrik, doğalgaz, su faturaları da eklenince gıda bütçesi neredeyse sıfırlanıyor. 2024 yılı verilerine göre ülkemizde en çok barınmaya para harcamışız. Oysa ki ilk sırada yer alması gereken kalem gıda olmalıydı.

Türkiye’de tarım ve hayvancılık maliyetleri (mazot, gübre, yem, ilaç) döviz kuruna bağlı olarak sürekli artıyor. Bu durum çiftçiyi üretimden uzaklaştırıyor. 2002’de 26 milyon hektar olan tarım arazisi, 2023 itibarıyla 23 milyon hektara düştü. Kırmızı ette canlı hayvan ve yem ithalatı olmadan fiyatların dengelenmesi mümkün değil. Bu da tüketicinin cebini daha da zorluyor.

Bugün ülkemizde temel tüketim mallarına erişim yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal bir risk haline gelmiş durumda. Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklar, borç sarmalında yaşamını sürdüren aileler, sağlıklı yaşam şartlarına ulaşamayan geniş kesimler. Bunların tümü gelecekte çok daha ağır bedeller doğuracak.

Eğer bu tabloyu görmezden gelirsek, yarının en büyük krizini yalnızca rakamlarda değil; çocukların gelişiminde, gençlerin umudunda, toplumun ruh hâlinde yaşayacağımızı unutmamalıyız.

Esas unutulmaması gereken ise temel tüketim mallarına erişim, lüks değil; en temel insan hakkıdır.