Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın Abdülhamid hayranlığı bitmiyor. Daha önce doğum günü nedeniyle resepsiyon düzenlemişti. Tuğralı davetiyeler bastırmıştı. Bu defa da geçen hafta 2.Abdülhamid sergisi açtı.

TBMM Mustafa Necati Kültür Evi’nde düzenlenen serginin açılışına MHP İstanbul Milletvekili Ekmeleddin İhsanoğlu’da katıldı. Birlikte kurdeleyi keserlerken objektiflere gülümseyen ikiliden Ekmeleddin Beyin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın rakibi olduğu hatırlardadır. Acaba böylece onu aday gösterenlere bir mesaj mı vermek istediler.

Kahraman yaptığı konuşmada Abdülhamid’in 33 yıllık saltanat süresinin “Huzur dönemi” olduğunu ve aynı dönemde sadece beş kişinin idam edildiğini, hepsinin de adilce ölümler olduğunu söylemiş. Daha pek çok özelliklerini sayarak “değerli bir devlet adamımız” diye konuşmuş.

Tarih sayfalarına ve belgelere baktığımızda bambaşka şeyler görüyoruz. O dönem huzur bir yana istibdat (baskı, zorbalık) olarak akıllara işlemiştir. Ermeni isyanını bastırırken uyguladığı yöntemler ve aldığı önlemler nedeniyle batılı tarihçilerce “Kızıl Sultan II” diye adlandırılmıştır.

Abdülhamid II (1842 – 1918) Meşrutiyet ve Hürriyet yanlısı göründüğünden 31 Ağustos 1876 da Murat V. tahttan indirilerek 34. Padişah olarak tahta çıktı. 28 Aralık 1876 da yeni anayasayı ilan ederek I. Meşrutiyet dönemi başladı.  

Ancak uzun sürmedi. Şubat 1878 de Mebusan Meclisini süresiz kapattı.

23 Temmuz 1908 de II. Meşrutiyet ilan edildi.

31 Mart vakası (13 Nisan 1909) sonucu Hareket Ordusu rejimi kurtarmak için İstanbul üzerine yürüdü. Ayastefanos  (Yeşilköy) da toplanan Ayan ve Mebusan Meclisleri Abdülhamid II. nin tahttan indirilmesine karar verdi (27 Nisan 1909). Selanik’e sürgüne gönderildi. 1912 de Selanik’in düşmesine yakın İstanbul’a getirildi. Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi. Servetine el konuldu, ordunun ihtiyaçlarına sarf olundu. Ömrünün kalan kısmını burada tamamladı (10 Şubat 1918).

Bakın Falih Rıfkı Atay KURTULUŞ * adlı eserinde ondan nasıl söz ediyor.

“ Bir padişah ki budalaca kuruntu yüzünden, yirminci yüzyılda, İstanbul’a elektrik sokmaz, telefon getirtmez.

Askere manevra fişeği ile ateş talimi yaptırmaz.

 

Donanmayı, eğer denize açılırsa, toplarını Yıldız’a çevirip vurabilir diye, önü

köprü ile bağlı Haliç’te çürütür.

Bir padişah ki okullarda edebiyat dersi okutmaz.

Kuru övme dışında tarih dersi verdirmez.

Aşk şiirini ve romanını bile yasak eder.

Kendi adıdır diye bir sabah uyanıp bütün kısa “a” lı Hamidleri uzun “a” lı

Hâmid’e, ve Veliahtının adıdır diye bütün Reşad adlarını Neşet’e değiştirir.

Otuz üç yıl böyle bir padişahın hükmü altında çöküp giden bu memlekette

1965 te onu “Ulu Hakan” diye ananları, deneme tavşanı gibi kullanılmak üzere akıl hastanesine yollamaz da ne yaparsınız?”

Evet Falih Rıfkı 1965 te böyle diyordu. Acaba sağ olsaydı bugün “değerli bir

devlet adamımız” diyenleri nereye yollardı.

 

          (*) KURTULUŞ, Sayfa 121, Falih Rıfkı Atay, Pozitif Yayınları