Bestesi ve güftesi Adnan Ergil'e ait olan, Hicaz makamı, Sofyan usûlündeki

“Takvimlerden haberin yok mu geçiyor yıllar” şarkısının sözlerini hatırlayarak söze başlıyorum:

Takvimlerden haberin yok mu geçiyor yıllar?

Bana küsmüş, yüzüme gülmez zalim aynalar

Kimimiz yorgun, kimimiz solgun, kimi isyankâr

Acı gerçek bu; ömrümüz bir su, içiyor yıllar

………………………………..

Saatlerin, günlerin lafı mı olur geçiyor yıllar hatta yüzyıllar. Milattan öncesi bile var. Sırasıyla  dokuna dokuna gideceğim.

Tanıştığım ilk zaman birimi ayak zamanı. Bu nedir diyeceksiniz. Köylerde benim çocukluğumda saatler çok azdı. Daha çok köyün imamının minareye çıkarak okuduğu ezan zaman birimi olurdu. “Vay ikindi olmuş biz daha işin yarısına bile gelemedik” gibi yakınmalar duyardık.

Çocukluk yıllarında köyün çocuklarının en önemli görevleri evin hayvanlarını meraya götürüp otlatmak olur. Okullar bile köylerde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile birlikte tatil olurdu. (Köy okulları 170, şehir okulları ise 220 iş günü ders yaparlardı.)

Öküzler tarla sürmekle kullanılırdı. İnekleri, koyunları kıra götürmek işi çocuklarındı. Sabah erkenden kalkılır sıcak basmadan otlatılacak yere varılırdı. Öğlen saatlerinde eve dönülür birkaç saat dinlenilir güneş ufka doğru yöneldiğinde tekrar hayvanlar kıra götürülürdü.

Sıcağın bastırdığı öğle saatleri ise çocukların toplu oynama saati olurdu. Peki bunun zamanı nasıl ayarlanacak tı? İşte burada ayak saati devreye girerdi. Herkes gölgesini ayaklarıyla ölçer ona göre hareket ederdi. Böylece aynı saatlerde hareket edilirdi.

Bunun için güneş arkaya alınır gölgenin uzandığı yere bir işaret konur bu mesafe  ayaklarla ölçülürdü.

Hani oyunlara başlamadan önce takım arkadaşlarını seçmek üzere ayaklarla yapılan “aldım aldım” hareketi var ya tam da onun gibi. Köyün çocukları sözleşirdik, gölgemiz üç adım olunca inekleri eve getireceğiz. Öğleden sonra ise yedi adım olunca tekrar kıra götüreceğiz gibi. Bu zaman ölçme usulünü hatasız uygulardık.

Sonraları köylerden Almanya’ya çalışmaya gidenler hediye olarak saatler getirmeye başlayınca bu usul rafa kalkmaya başladı. Bu günlere geldiğimizde ise ne inek kaldı, ne öküz ne de koyun. Eskiden otlatmak için boş tarla ararken şimdi süt almak için inek arıyoruz. Aslında sanayiye, konuta o kadar toprak harcadık ki kala kala dağlar, tepeler kaldı. Halbu ki esas olan tarım topraklarını korumak olmalıydı.

Zaman çok acımasız ilerledi.

Yüzyıllar çabucak geçip gitti. Okullarda zaman kavramını kazandırabilmek için  bir duvara boydan boya zaman şeridi diğer adıyla tarih şeridi hazırlardık. Yüzyıllara bölerdk. Önemli olayların fotoğraflarını bu şeride asardık.

Ben 20.yüzyılın son 50 yılını, 21. Yüzyılın ise 22 yılını yaşadım.  Bu süre içersinde ülkemizde neler yaşandı neler;  darbeler,depremler, fırtınalar, sel baskınları, seçimler, düğünler bayramlar, doğanlar ölenler…

Ancak bir konuya özellikle değinmek istiyorum: 20. Yüzyılı yaşadığımız zaman diliminde dünyaya damgasını vuran lider Atatürk olmuştur.

Atatürk sadece 20 yüzyılı değil gelecek yüzyılları da planlamıştır. 21., 22., 23. Yüzyıl gibi. Bunu anlamak için çok fazla uğraşmaya gerek yok. 1923 - 1938 tarih aralığında yapılanları bir inceleyin anlarsınız.

Zorda kalınca ne yapacağız.

Hemen Atatürk’ün sözünü hatırlayalım. “Muhtaç olduğun kuvvet, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

20. yüzyılda kandil ışığında ders çalışırken  internet denen müthiş bir iletişim aracını kullanmaya başladık. 21 yüzyılda teknolojik alanda hangi noktaya ulaşacağımızı hayal bile edemiyoruz.

Ancak bütün bu zaman dilimlerinde unuttuğumuz yada ihmal ettiğimiz bir bir konu var. Bize can veren, hayatımızı sürdürmek için mutlak muhtaç olduğumuz ekosistemi o kadar çok tahrip ettik ki neredeyse yaşanmaz hale getirdik. Atatürk’ün Yürüyen Köşk  olayında verdiği mesajı hatırlayın ve unutmayın.

Şimdi ise 21. Yüz yıl zaman dilimini yaşıyoruz. Kimbilir neler yaşayacağız.

Önümüzde seçim var.

Ben siyasi yazılar yazmayı pek sevmem. Ancak bu seçimde bu kuralımı bu yazıda azıcık bozacağım.

Bizim ve gelecek nesiller için yaşamsal değeri olan çevrenin tahribatına son verecek gerçekçi projeler ortaya konan siyasi görüşleri desteklemek gerektiğini düşünüyorum.

Ben öyle yapacağım.

Tarım topraklarına, ormanlarımıza, suyumuza, havamıza sahip çıkmamızın zamanı geldi geçiyor.

Ülkemiz için aydınlık günler diliyorum.

Herşey gönlünüzce olsun.