Toplum olarak sıkıntıya düştüğümüzde, bir çıkış yolu aradığımızda hemen hemen herkesin aklına ilk gelen “Birlik olma” zaruretidir. İstiklâl mücadelesi gibi olağanüstü şartların oluşturduğu istisnalar hariç genelde başaramayız birlik olmayı. Çünkü eylem önce zihinde şekillenir. Düşünce biriktirilmiş bilgiye tepki imiş. Biriken bilgi sübjektiftir. Zihnimiz önyargılar, kalıplar, taassuplarla dolu. Bu kalıplar yüzünden aynı şeyi söylerken bile kavga ediyoruz.  Kişiler, sloganlar, kavramlar hep bir şeyler çağrıştırıyor ve hemen gardımızı alıyoruz.
 Cemil Meriç, ideolojiler idraklerimize giydirilen deli gömlekleridir, demişti. Kolay mı yırtıp atmak, deli gömleklerini?
 Her şeye rağmen “derin millet” sessizce hissediyor, fark ediyor olması gerekeni, belki. Ama yetmez. Hızlı akan, çabuk değişen çağ birlik ihtiyacını zorunlu kılıyor. Peki, ne yapmalı? Bu soruyu Lenin de sormuş, Ali Şeriati de. Yol haritaları farklı olsa da, ideolojilerini toplumun ortak paydası üzerinden inşa etmeye çalışmışlar.  Kavga etmeden, anlam çatışmaları oluşturmadan, biriktirilmiş bilgiler içinde olumlanan ortak kavram, fikir, kişi varsa, tekerleği onun üzerinden döndürmenin, doğru bir başlangıç olacağını varsaymışlar. 
            Birlik diyenin katında sen-ben demek hiç yok durur
            Yûnus dilin sen yumşatdın bu tevhidi eyitmeğe
 Yunus Emre’nin 700 yıl sonra böyle bir rolü üstlenebileceğini düşünüyorum. Hem âlim, hem şair hem de yaşadığı dönem gereği günümüzün hiçbir ideoloji, siyaset, etnisite veya mezhebi tarafından “öteki” kabul edilmeyen biri olmasını önemsiyorum. 
  Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasında ki iktidar kavgasının halka mezhepsel ayrılığın çatışması olarak yansımasının ve müteakip devirlerde yaşananların bıraktığı derin izlerin unutulması ve aşılması kolay değil. Bu iktidar kavgasının bir hamlesi olarak Yavuz’un Mısır’dan İstanbul’a getirdiği yüzlerce Eş’ari itikadına mensup âlim medreselerde ciddi zihniyet değişikliğine sebep oluyor. O dönem İstanbul’un nüfusu bugünkü Yalova kadar. Varsayın bugün Yalova’ya dünyanın en büyük 200 âlimi geliyor ve yerleşerek halkı eğitiyor. Nasıl bir etki yaratırdı? İşte o günlerde başlayan ilmî zihniyet değişimi ciddi boyutlara ulaşırken, toplumsal ayrışma büyüyor. Birliği zedeleyen çatışma derinleşerek bugünlere ulaşıyor.
  200 yıl evvel başlayan batılılaşma ve “modernizm” kopyacılığı 2.inci kamplaşma zeminini üretiyor. Yarattığı fikri ayrışmalar köksüz olmasına rağmen toplumu aydınlarla beraber parçalıyor. Körlerin fili tarifi gibi herkes kendi doğrusunu haykırıyor. Üzerimize giydirilen elbise dar gelmesine rağmen, ideolojilerin usta savaşçıları oluyoruz, sloganlar eşliğinde kâh sağ-sol kâh etnik kavgalara itiliyoruz. Önyargılar iyice kaplıyor zihinlerimizi. Atomu parçalayan akıl önyargıyı yok etmenin zorluğunu itiraf ediyor.
  Onun için Yavuz’dan günümüze kişilerin, oluşan fikrî akımların ve kavramların, birileri tarafından kolayca ötekileştirilebilmesi, “Birliği” Osmanlı kurucu entellektüelleri üzerinden inşa etmenin daha mantıklı olabileceğini gösteriyor. Maturudi’den Davud el-Kayseri’ye, Ahmet Yesevi’den İbn-ul Arabi’ye kadar, o dönemlerin aydınlarına benzer rol verilebilir. Ama “Türkçe”nin ve halkın popüler şairi olmasından dolayı Yunus Emre’nin üzerinden “Bir”liğin kolay sağlanacağına inanıyorum.
             Birlikdedir varımız biz bir olduk kamumuz 
             İkilik söylemeğe komaz lisânımızı.