Sözün ve yazının şehveti vardır. 
En acemisinden en deneyimlisine kadar herkes bu şehvete kapılabilir. 
Bu şehvete kapılan; bazen sözün nereye çekileceğini düşünemeden, istismar edileceğini bilemeden dehşet bir öfkeyle konuşabilir. Yazarlar, sanatçılar ve siyasetçiler, çağlarının seçkinleridir amma bu aralar nedense onlar da büyük bir şehvet ve öfkeyle yazıyor, çiziyor, konuşuyor, hakaret ediyorlar.  
Hatta Küfrediyorlar…
Halbuki bir zamanlar "hazinemiz" olan bir güzel lisanla, ağzımızda anne sütü temizliğinde ne güzel kelimeler olurdu. Hayatın akışı içerisinde muhatap olduğumuz kötü bir söze, bir dedikoduya, bir vefasızlığa, bir iftiraya, kendimize yakıştıramadığımız bir su-i zanna, gerçekten çok yanlış olduğuna inandığımız bir davranışı yapana ne derdik biz?   
= "Aşk'olsun"  
Beddua etmek, karşımızdakine kötülük dilemek, bela okumak, yakınlarınınki dahil sağlık üzerine kem sözlerle kötülük temenni etmek öğretilmemişti bize! En ağır durumlarda bile "…belanı versin" diyemezdik, "gözün kör olsun", "kahrol" diyemezdik… Demezdik… 
Daha tesirli fakat anlamı iyilikle dolu bir sözle duygumuzu dile getirirdik: "Aşk'olsun…"   
Değil miydi ki "aşk" imiş her ne var bu alemde, değil miydi "yoğ idi levh-ü kalem, aşk var idi", değil miydi ki sevilmek murad edilmiş idi her halde… alemde… Değil miydi ki şevkde, cezbede, aşkda olsun, ne olursa olsun, ne kadar kötü olursa olsun her hale Aşk'olsun.
Değil miydi? 
Eyvallah da öyleydi. Kabımız dolu da olsa "Eyvallah",  boş da olsa… 
Peki hayallah da öyle değil miydi? Üzüntümüze, kızgınlığımıza, kırıldığımıza, şaşkınlığımıza, beklemediğimiz bir davranışa da "Hay'Allah"…  
Tüh diyemezdik, kahretsin diyemezdik, öf diyemezdik…
Değil miydi ki herşey geçer, herşey göçer, bir tek O'dur daim olacak. Kırmamak lazım kimseleri.
Evelallah da öyle idi. Zor bir işe soyunduğumuzda, yarına planlar yaptığımızda "Evvel Allah"… Değil miydi ki ahir evvelin, evvel de ahirin aynıdır ve hepsi O'dur ve O'nundur. 
"İllallah" da öyleydi…
Gözüm görmesin, defol git de diyemezdik, olmadık harekete maruzken = 
Selametle kardeşim "Selâmetle"… deyiverirdik yine selamet dileyerek.
Ya Hayrola?  Duymadan önce olanları, yeni bir haberi, bir rüyayı, her şeyin hayr üzre olduğu bilinciyle ve temennisiyle "Hayr'ola"…
Tahammülün, hüsnüniyetin, hoş görmenin, güzel görmenin, bir görmenin, gerçeği görmenin keyfine varmak değil miydi bu kelimelerin kullanıldığı toplumda yaşamak? 
Duyguyu, romantizmi, asli gerçeği, asli gerçeğin dilini bize armağan eden bilgelerin ruhuna, aşka ait kavramları bize sürekli meşk ettiren o yüksek ruha; Horasan'a, Anadolu'ya, Kafkas'a ve nice Balkan'a ait olmanın keyfi değil miydi bu kelimeler?
Gönlüyle görebilenlerin, fikriyle zikri birleyenlerin… Necip bir halkın lisan-ı hal vücuduna aid olmanın keyfini vermez miydi bu sözler?
Verirdi… Öyleydi… Fakat öyleydiyse ve bunu bizler artık unutup fırlatıp kenara attıysak bu hale ne denir ki? "Eyvallah" mı?
Sevgi ve hoşgörüyü yaşatmayı kim ya da kimler engelliyor farkında mıyız? Tohumumuzdan bildiğimiz şeyleri bile anlık akıl tutulmalarıyla unuttuğumuz normal midir? 
Albert Camus "Dünyada tek şey adaletten daha iyi gibi görünüyor, hakikatin kendisi olmasa bile hakikat arayışı" demiştir. Biz; çok da zor olmayan bu arayışa ne zaman başlayacağız? 
Acemi çömezlerin gür ellerine tutturulmuş kör kazmalar ile etrafın mahvolmasına ne zaman dur diyeceğiz Yâ Hû ? 
Aşk olsun!